lullah şayet beni siyah bir köleye atfetseydi gider onun oğlu ol duğumu kabul ederdim.»...
*******************
İbni Cerîr de Ebu Hüreyre ’den şöyle dediğini rivayet ediyor: Resûlullah bir gün minbere çıkmıştı. Kızgındı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Adamın birisi kalktı ve «öbür dünyada benim yerim neresidir?» dedi. Resûlullah: «Cehennem» dedi. Hır başkası kalktı «Babam kimdir?» dedi. Resûlullah baban ■> 11 ıı z a f e ’dir» dedi. Hattab oğlu Ömer (R.A.) kalktı ve ■»öyle dedi: «Rabb olarak Allah'ı kabul ettik. Peygamber olarak Muhammed (A.S.)i. imam olarak da Kur'anı seçtik. Ey Allah'ın Resulü biz bir cahiliyet.ve şirk devrinin yetiştirmeleriyiz. Allah şüphesiz ki babamızın kim olduğunu çok iyi bilir.» Ebu Hüre y r e diyor ki, Resûlullah’ın kızgınlığı dindi. «Ve «Ey iman ndonler, Allah'ın affettiği şeyleri sormayın...» âyeti çelilesi nazil oldu.»
Mücahid de İbni Abbas ’tan rivayet ederek, bu ûveti kerîmenin (e1»- ‘■d--»* < <• ) m ne manaya geldiği
hususunda bir topluluğun suali üzerine nazil olduğunu söylüyor. Hu, Said ibni C ü b e y r in de kavlidir. «Peygamber buyurdu ki âyetin daha ilerisini görmüyor musun?»
Bu rivayetlerin bütünü ve diğer rivayetler Allahü Taâlâ’ nın iman edenleri sual sormaktan nehyettiği hususlara dair bazı şekiller bildirmektedir.
Bu Kur’an-ı Azîm sırf bir akide sistemi yerleştirmek için gelmemiştir- Bu Kur’an sadece bir şeriat getirip de onunla yetinmek için inmemiştir. Bütün bunların yanı sıra bir ümmeti terbiye etmek, bir topluluk meydana getirmek, ferdleri yetiştirmek ve kendi yapısı bir akıl ve ahlâk sistemine göre onları yoğurmak için gelmiştir... îşte görüyorsunuz ya burada onlara sual sormanın adabını öğretiyor. Bilginin hududunu ve araştırmanın sınırını belirtiyor. Allahü Taâlâ bu şeriatı indirdiğine ve bilinmeyenlerden haber verdiğine göre kullara yaraşan edeb tavrı bu şeriatın bir takım hükümlerinin özet halinde veya tafsilâtlı olarak zikredilmesinin hikmetini ona bırakmalarıdır Aynı zamanda bilinmeyen şeylerin açıklanıp açıklanmamasını da ona terketmeleridir. Ve insanlar Alim ve Habîr olan Allah’ın belirttiği hududun yanında durmalarıdır. Yoksa hükümleri daraltıp şiddet göstermeleri veya ihtimal ve faraziyelerin ötesinde hareket etmeleri değildir. Ayrıca bilinmeyen şeylerin gerisinde gezinerek Allah’ın açıklamadığı hususları, ulaşamayacakları halde açıklamaya çalışmak değildir. Hiç şüphesiz kİ Allahü Taâlâ beşerin takatını ve tahammül kudretini gayet iyi bilir. Allah insanların takati dahilinde onlara hüküm koyar İnsan tabiatının kavrayabileceği kadar bilinmeyenleri açıklar. Bir takım hususlar vardır ki Allahü Taâlâ o hususları özt olalarak beyan etmiş veya bilinmez olarak bırakmıştır Ve insanların da o hususları Allahü Taâlâ’nın irade ettiği şekilde olduğu gibi bırakmalarında hiçbir beis yoktur. Ama bu konulanda ortaya sürülecek suallar —Tabiî nübüvvet devrinde ve Kur'anın inmeye devam ettiği sıralarda— verilecek cevaplar o konuları muayyen bir hudud içine sıkıştırır ve bazı kimselerin hoşuna gitmeyebilirdi. Ayrıca bu sualler neticesi, taayyün edecek hususlar onlara zor geleceği gibi kendilerinden sonra gelecek herkese de zor gelebilirdi.
îşte bütün bunlardan dolayı Allahü Taâlâ iman edenlerin açıklanınca bir kısmının hoşuna gitmeyecek olan bazı şeyinden sual etmelerini yasaklamıştır. Resûlullah’ın hayatta kaldığı devre içinde soracakları suallerin hepsine cevap verileceğini ve bunun için üzerlerine Allah’ın affettiği, dolayısıyla farz kılmayıp, kendi ellerine bıraktığı bir takım mükellefiyetlerin yükleneceğini belirterek onları korkutuyor.
«Ey iman edenler, Allah'ın affettiği şeyler —ki eğer size açıklanırsa ve siz bunları Kur'an inerken sorup da hükmü size izhar olunursa fenanıza gidecektir— sormayın.»
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder