Bunun için nazarî şekil, o gün meydandı» bulunan pratiğe uygun bir şekil değildi. Bu sadece o gün canlı ve diri olan nefislerde vuku bulan; pratik hallerin, psikolojik engellerin sedleri yok edebilmek için canlı bir karşılama tarzı idi. Dalı» Nonra ileriki asırlarda tevhid ilminin tuttuğu yolda zihnî müca-dolodsn, nazarî diyalektikden öte gitmiyordu ve o günün şartlarına uygun bir şekil değildi... Gerçekten Kur’an-ı Kerîm beşerî bir vakıayı bütün canlılığı ve karışık yönleriyle birlikte en mükemmel yeklldo karşılık veriyor ve bu vakıalar okyanusu içerisinde yüzen bütün insanlığın kendi öz varlığına hitap ediyordu... «L â h û t î» bk dr o gün uygun bir şekil değildi. İslâm itikadî bir akide olma-«III» rağmen, amelî tatbikatı göz önünde bulunduran pratik bir havai nizamını temsil etmektedir. Bunun içinde Lâhûtî ve Nazarî babı i. İn İn daldığı dar ve sıkıntılı dönemeçlere dalmaz.
Kur’an-ı Azîmüşan; müslüman cemiyetin vicdanının derinlik-l« ı İnde akide binasını inşa ederken, bu müslüman toplulukla birlikle çevresinde bulunan cahiliyete karşı büyük bir savaşa girişirimin Ayrıca bu müslüman nefislerde vicdanların derinliğinde, brm pratik, hem ahlâkî hususlarda cahiliyyetten arta kalan tortularla «la büyük bir savaşa girişmiş bulunuyordu. İşte bu karışık dununda akide binası ortaya çıktı. Ama bu çıkış ne nazariye şeklin-«1«’. ne lâhûtî surette, ne de tamamen laf ebeliğine dayanan bir diyalektik tarzında idi. Doğrudan doğruya hayat nizammı meydana M«’llr«*n ve bizzat İslâm cemaatında ortaya çıkan bir terekküb şeklimle İdi. İşte İslâm cemaatının gerek itikadî düşünceler sahasında ulamı gerekse pratik hareketlerinde olsun, gelişimi bu düşünce çerçeve ıl dahilinde oluyordu. Ayrıca cahiliyete karşı da savaşçı bir teş-l'ilâl hüviyeti içerisinde karşı duruyordu. Bu gelişim tamamen aki-«1«' binasının gelişimini temsil ediyordu. Akidenin canlı bir tercü-ımuıı idi. Ve İslâm tabiatının temsil ettiği İslâm metodu da bun-«lan llmret idi.
İslâm dâvasına sahip çıkanların, bu dinin tabiatını iyice kavramaları ve yukarda açıkladığımız şekilde hareket metodunu iyice anlamaları mutlak şekilde şarttır. Bu zurûridir, Zira Mekke devrinde zikrettiğimiz şekilde uzayan akide binasının yükselme merhalesinin İslâm hareketinin pratik tekevvününü teşkil eden ve İslâm cemaatının pratik olarak binasını kurmasını temin eden, merhaleden ayrı ve uzak olmadığını anlamak ancak bununla mümkün olur. Mekke devri, nazariyelerin öğrenilip tetkik edildiği bir merhale olmakla kalmayıp İslâm akidesinin temel yapısının gelişmesi ve İslâm cemaatı ile birlikte İslâm hareketinin fiilen vücut bulduğu bir devredir. Binaenaleyh bu bina yeniden inşa edilmek istendiği zaman da aynı metoda baş vurmak gerekir...
İşte böylece bir yandan akide binasının yükselme merhalesi aşılırken, bir yandan da sebat içerisinde, derinden derine ve sabırla gereken adımların tamamlanması şarttır. Bu durumda akide binasının yükselme merhalesi, sadece akideyi teorik olarak etüd etme merhalesinden ibaret kalmayıp, bununla birlikte akidenin canlı bir şekilde tercümanı olma ve bu akideye keyfiyet kazanmış vicdanlarda temessül edip akidenin gelişmesine muvafık tarzda cemiyet binasının da gelişip yükselmesiyle ortaya çıkması merhalesinin de yürümesi şarttır. Cahiliyyete karşı pratik olarak harekete» geçip hem vicdanlarda hem de pratik yaşayışda amansız bir savaş açıp, akidenin canlı şekilde gelişmesi ve bu gelişmenin savaş «eli ortasında canlanarak temessül etmesi lâzımdır.
Yanlıştır. Hem de İslâm’a göre, akidenin nazarî şekilde sırf nazarî olarak etüd edilmesi için ortaya çıkması ve vücut kazanması çok büyük bir yanlıştır. Akide üzerinde sadece bilgi ve kültür bakımından nazarî incelemelere girmek, büyük hem de çok büyük bir tehlikedir.
Gerçekten Kur’an-ı Kerîm on üç şu kadar seneyi sadece akide binasının temelini yükseltmek için geçilmemiştir... İlk defa iniyor diye de bu kadar zaman sarfetmemiştir... Asla! Şayet Allah’ü Taâlâ İradi» buyursaydı Kur’an-ı Mübin’i bir defada da indirirdi. Sonra da Kııı ’an’a inananları on üç sene daha çok veya daha az bir müddet İslâm’ı nazarî olarak kavrayabilmeleri için kendi başlarına bırakırdı.
Fakat Allah’ü Taâlâ daha başka birşey irade buyuruyordu. Allah tek başına belirli bir metodun hâkim olmasını istiyordu. Cemiyet in yapısını, İslâmî hareketin binasını ve akidenin temelini aynı /ııııınıı İçerisinde yükseltmek istiyordu. İslâm cemaatını ve İslâmî hareketi akideyle birlikte İnşa ederken, akideyi de bu cemaat ve ha-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder