Meydana gelmemiş problemlere dair fetva istemeye gelince bu doğrudan doğruya hudutsuz faraziyelerle uğraşmak demektir. Bir hâdise vuku bulmadığı müddetçe onu tahdit etmek de imkânsızdır. Dolayısiyle o konuda verilecek fetva hâdiseye tıpa tıp uymayacaktır. Çünkü hâdise henüz hudutları belirmiş ve kesinleşmiş bir şekil almamıştır. Faraziye halindedir. Bu takdirde o nevi suallere verilecek cevaplar tamamen İlâhî şeriatin ciddiyeti ile oynamak manasını taşır. Bundan ayrı olarak da dosdoğru İslâm nizamma muhalefet manasını ifade eder.
Allah şeriatinin hükümlerinin tatbik edilmediği bir kara parçasında, bir takım hadiselere Allah'ın şeriatına uygun hükümler dilemek ve bu esaslara göre fetva istemek te bunun gibidir... Hiç şüphesiz ki Allah’ın şeriati hükümleri tatbik edilip uygulanmadıkça sırf fetva dilemek için gelmemiştir. Fetvayı isteyen de ve fetva veren de Allah'ın şeriatının hâkim olmadığı bir kara parçasında yaşadıklarını bilirlerse, orada yaşayanların Allah'ın hâkimiyetini kabullenmediklerini, cemiyet nizamında, İçtimaî hayatta Allah nizamım benimsemediklerini bilirlerse... Açıkçası yeryüzünde Allah'ın ulûhiyetini itiraf etmediklerini,. Allah'ın hükmüne boyun eğmediklerini ve Allah’ın hakimiyetine teslim olmadıklarını bilirlerse... Böyle bir cemiyette fetva talep edenlerin bu talebinin, ne manâsı vardır? Bunun yanı sıra fetva veren müftülerin fetvası, ne önem taşır. Bu takdirde fetvayı soran da veren de Allah’ın şeriatini küçük düşürmektedirler. Gerek idrak etsinler, gerek idrak etmesinler, O’nun hükümleriyle alay etmektedirler.
Tamamen teferruat ile ilgili mücerret fıkhî meseleler üzerinde ve tatbikatla hiç münasebeti bulunmayan hükümler üzerinde sadece nazarî etüdler yapmak ta aynen bunun gibidir... Bu nevi ütedler bir bakıma etüd edilen mevzu ile oynamak manasına gelir. Zira bu nevi ütedlerle işaret edilmek istenen mana sadece bu fikhî mevzuların yeryüzünün bir bölgesinde enstitülerde okutulduğu ama buna rağmen mahkemelerce tatbik
edilmediği hususudur. Halbuki böyle bir işaret ona ortak olanların günahı ile birlikte bu nevi düşüncelerle insanların duygularını morfinlemek demektir.
Şurası muhakkaktır ki bu din ciddiyet dinidir. Bu din hayata hükmetmek için gelmiştir. İnsanları tek başına Allah’a ibadet ettirmek için gelmiştir. Bu din yeryüzünde Allah’ın hâkimiyetini gasbedenlerin elinden bu hakimiyet ve sultayı çekip almak için gelmiştir. Bu din bütün meseleleri Allah’ın şerintine havale etmek için gelmiştir. Yoksa ondan başka şeriatlere değil. Bu sistem bütünüyle hayata hükmetmek için gelmiştir Allah’ın hükümleriyle pratik hayatın ihtiyaçlarını ve problemlerini karşılamak ve çare bulmak için gelmiştir. Meydana gelen hadiselerde hacmine, şekline ve şartlarına uygun olarak Allah'ın hükmünü hâkim kılmak için gelmiştir...
Bu din, sırf bir şekil ve alâmet olsun diye gelmemiştir Bu din getirdiği şeriati pratik hayatla alâkası olmayan teorik etüdlere mevzu olsun diye gelmemiştir. Bu din hayatta vuku bulmamış faraziyelerle yaşamak ve bu havaî faraziyelere havada uçan hükümler koymak için gelmemiştir.
îşte İslâm’a karşı takınılması gereken ciddiyet budur.işte İslâm nizamı budur. Bu dinde söz sahibi olan «bilginlerden» her kim bu dinin ciddiyetine layik metodu takip elınek isterse Allah'ın nizamını pratik hayatta hâkim kılmanın yollarını arasın veya en azından pratik ile alâkası olmayan havai hükümlr ve fetvalar dağıtmayıp sussun...
CAI1İLİYET KALINTILARI
Mücahid’in ibni Abbas ’tan rivayetine ve S a I «I bin Cubeyr’in «Ey iman edenler, Allah'ın affettiği »eylıul —ki eğer size açıklanırsa ve siz bunları Kur'an inerken lorııp da hükmü size izhar olursa fenanıza gidecektir.— Sormayın» âyeti kerimesinin selu-bı nüzulU hakkında zikrettiği rivayetim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder