M e k k e ’de nazil olan Kur’an âyetlerinin takip ettiği metoddan çıkan neticede olduğu gibi bu dinin tabiatı bundan ibarettir. Ve bunu böylece bilmemiz şarttır. Beşerî nazariyelerin ortaya çıkardığı problemler karşısında mağlûp olmuş aceleci arzulara cevap vermek için bu dinin bu tabiatını değiştirmeye çalışmamak gerektir. Bu din işte bu tabiatı sayesinde ilk defa olarak müslüman bir ümmetin yapısını kurmuş ve yeniden meydana getirmişti. Ve ne zaman olursa olsun Allah’ü Taâlâ’nın ilk defa müslüman bir ümmeti ortaya çıkardığı şekilde müslüman bir milleti varlıklar dünyasına tekrar çıkarmak isteyen her harekette aynı metodu takip etmek mecburiyetindedir. Her zaman müslüman bir ümmet bu metodla meydana getirilebilir...
Bunun zıddına bir çırpınmanın ne kadar hatalı olacağını hatadan da öte büyük bir tehlike arzedeceğini idrak etmeliyiz. Böyle bir hareket, hareket halinde olan canlı ve tamamen pratik bir şekilde temsil edilmesi gereken dipdiri İslâm akidesini sırf bilgi hâzinesini geliştirmek ve kültürel etüdler yapmak için mücerret «teoriler» haline döndürür. Bunu yaparken de sadece beşeriyetin bugünkü şartları arasında ezildiği gülünç teorileri İslâmî teorilerle karşılamak arzumuzu tatmin etmiş oluruz.
İslâm itikadının nefislerde canlı bir şekilde, pratik bir teşkilât halinde, çevresindeki cahiliyyetle boğuşan bir hareket tarzında temsil edilmesi şarttır. Çevrede bulunan cahiliyyetle boğuşmaya girerken dâva adamlarının nefislerinde cahiliyyetten arta kalan tortularla da boğuşmaya girer. Zira bu akide onların nefislerine girip kendilerini cahiliyyet muhitinden kurtarmazdan önce onlar da cahiliyyete mensup kimselerdi. Bu şekliyle İslâm akidesi gerek kalblerde, gerek kafalarda ve gerekse günlük hayatta nazariyelerin işgal ettiği sahalardan daha büyük, daha geniş ve daha derin bir saha işgal eder. Aynı zamanda muhtevası içerisine, o nazariyelerin işgal ettiği sahaları da alır. Fakat sadece bunlarla iktifa etmez, daha geniş bir saha kaplar.
İslâm’ın ulûhiyet mevzuunda kâinatın, kâinat içerisinde hayatın ve insanlığın varoluşu bahsinde ileri sürdüğü düşünce tarzı en şumüllü ve en mükemmel bir düşünce tarzıdır. Bundan da öte mü s bet ve pratik bir düşüncedir. Bu düşünce tabiatı itibariyle sırf zihinde yer eden müceret düşünceler yığını şeklinde temsil edilmekten nefret eder. Zira bu tarz, onun hem tabiatına hem de gayesine muhaliftir. İslâm düşüncesi bizzat insanlarda canlı bir teşkilât şeklin de, pratik bir hareket tarzında temsil edilmelidir. Bu mefkûrenlı» tekevvün metodu ise insanlarla birlikte canlı bir teşkilât ve pratik bir hareket halinde gelişme grafiği çizmektir. Böylece pratik olarak tekâmül ettiği gibi aynı zaman zarfında nazarî olarak da tekâmül eder. Ve pratik ile nazariye birbirinden ayrılmamış olur. Nazarî işkiller pratik surette temsil edilmeye devam eder. Pratik gelişim- ve aksiyondan önce nazarî gelişmeyi temin eden ve pratikte tem -il edilmeyen her hareket yanlış adım atmış olur. Yanlışlıktan da oh-bu dinin tabiatına, gayesine ve terkip tarzına göre büyük bir tehlike arzeder. Halbuki Allah’ü Taâlâ şöyle buyuruyor:
«Kur’an’ı insanlara ağır ağır okuman için bölüm bölüm iıulh dik. Ve onu gerektikçe indirdik» 1
Hem bölüm bölüm indirmek kastolunmuş hem de ağır ağır in dirmek. Böylece «canlı bir teşekkül» şeklinde ortaya çıkan akide lıl naşının tekevvünü tamamlanmak istenmiştir. Yoksa sadece nazar! bilgiler vermek değil.
Bu dine sahip çıkanların bu gerçeği iyice bilmeleri gerekil Bu din nasıl R a b b â n î bir din ise onun hareket metodu da tu ııııımen R a b b â n î dir, esas tabiatına uygundur. Ve şurası bir gerçektir ki bu dinin hakikatim amelî metodundan ayırmak imkân haricidir.
r Um; lOft
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder