«Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz.» dediler.
(Bunun üzerine Nuh:) «Ey kavmim, bende hiç bir sapıklık yoktur. Ancak ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim.»
«Size Rabbimin vahy ettiklerini tebliğ ediyorum, sizin iyiliğinizi istiyorum. Sizin bilmediklerinizi (Allah’dan gelen vahy ile) bilirim.»
«Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak üzere sizi uyarmak için aranızdan biri vasıtasıyla Rabbınızdan size haber getirmesine mi şaşıyorsunuz?» dedi.
Onu yalanladılar; biz de onu ve gemide beraberinde olanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Çünkü onlar kör bir milletti.1
Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Onlara şöyle dedi: «Ey Milletim, Allah’a kulluk edin. O’ndan başka ilâhınız yoktur. O’ndan size apaçık bir bürhan gelmiştir. Ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasını eksik vermeyin. Düzelttikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin; inanıyorsanız bilin ki, bunlar sizin sizin için hayırlıdır.»
«Allah’a inananları yolundan alıkoyup ve o yolun eğriliğini dileyerek tehdit edip, her yolda pusu kurup oturmayın. Azken, Allah’ın sizi çoğalttığını hatırlayın; bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»
«İçinizde mademki benimle gönderilene inanan bir topluluk ve inanmayan bir topluluk var, o halde Allah’ın aramızda hükmünü bildirmesine kadar sabredin. Allah hükmedenlerin en iyisidir.»
Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, «Ey Şuayb, ya dinimize dönersiniz ya da, and olsun ki seni ve inananları seninle beraber kasabamızdan çıkarırız.» dediler. Şuayb: «İstemezsek de mi?»
«Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a güvendik. Rabbimiz, bizimle milletimiz arasında Hak ile Sen hüküm ver, Sen hüküm verenlerin en hayırlısısın» dedi.
Milletinin inkâr eden ileri gelenleri: «Şuayb'a uyarsanız, and olsun ki siz kaybedersiniz» dediler.
Bu yüzden onları bir titreme aldı ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.
Şuayb’ı yalanlayanlar, yurtlarında sanki hiç yaşamamış gibi oldular, izleri bile kalmadı. Mahvolanlar, Şuayb’ı yalanlayanlar oldu.
Şuayb onlardan yüz çevirip: «Ey milletim, and olsun ki, Rabbimin sözlerini size bildirdim. Öğüt verdim; şimdi kafir bir kavme nasıl acırım» dedi.1
Bu iki örnek diğer kıssalarda anlatılan örnekleri temsil ediyorlar. İster Allah’ın bütün insanoğullarına gönderdiği peygamberlere sunduğu tevhid akidesinin mahiyetini tasvir etmekte olsun, isterse kibirlenen toplulukların bu gerçekleri alıp ezilmiş kitlelerin bu gerçekler karşısındaki tutumu üzerinde olsun. Gerek bu akidenin aydınlığı ve kesinliği üzerinde olsun, gerekse peygamberlerin nefislerinde ve onlara uyanların ruhlarındaki durumu üzerinde olsun. İster peygamberlerin verdiği nasihatlarda, ister kavimlerinin hidayete ermesini arzu edişlerinde olsun ister kavimlerinin İsrar ve inatları karşısında kendilerini onlaıdan tamamen ayırıp Allah’ın idaresinde bir savaşa girişmiş olmalarında olsun, ister peygamberlerin kendilerinden ayrılmasını müteakiben yalancıların başına gelen akibetlerde olsun. Bu iki örnek kıssa, diğer kıssaların hepsini aynı tarzda canlandırmaktadır.
Bu noktada âyeti kerîmenin seyri bir nebze duruyoı Vı |» gamberleri yalanlayan insanların Allah’ın takdiri karşısındaki durumunu ve bu konuda Allah’ın değişmez kanunlarını boyun eıll yor. Evvela bu yalancılara bir takım sıkıntı ve eziyet gellyoi Hol ki bunlar onların kararmış kalplerini aydınlatıp uyarmaya kail gelir de, hakka dönerler diye... Şayet bu sıkıntılar onlarda bir saı sıntı meydana getirmezse onları bir rehavet basar. Artık Allah'ın kanunlarının karşısında intibaha gelmezler. Mu ise sıkıntıdan dalı ı
I. Anıt: M.1-VJ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder