Gerek bu kıssadan gerekse Kur’an’ın umumî delaletinden anlaşılıyor ki insan dediğimiz bu varlığa atfedilen ehemmiyet, sadece yeryüzündeki hilâfet görevine matuf olmayıp, daha önce arz ettiğimiz geniş hareket sahası olan ve münasebette bulunduğu öteki alemlere de şamildir.
İslâmın nazarında insan doğrudan doğruya Rabbı Zülcelâli ile faaliyet icra eder. Çünkü onu yoktan var eden bizzat O’dur. Kendi nutku ile insanın doğuşunda hem mele-i alâda hem de varlıklar dünyasında ilân eden de O’dur.
O’na cenneti — yasak ağacın dışında istediğini yemek üzere — bağışlamış, sonra da yeryüzünde hilâfet göreviyle taltif etmiştir.
Sûre-i Bakara’de () âyetinde belirtildiği veçhile bilginin esasını O öğretti. Bu âyeti, biz insanoğluna telafuz kudretiyle isimlerin şekil, kelimelerin mana ve mefhumlarının öğretilmiş olması şeklinde" anlıyoruz. Bilginin tedâvül imkânı bulması ve yaygın hale gelmesi için esasen temel kaide de budur. Hatırlanacağı üzre konuya Sûre-i Bakara’da temas edilmişti. Allah cennette ve cennetten çıkarıldıktan sonra insanoğluna bazı tavsiyelerde bulundu. Onu diğer cinslerden ayıran bir takım kabiliyetlerle taltif etti. Ayrıca — insan soyundan — elçiler göndererek hidayet yolunu gösterdi. Diğer nimetlere ilâveten, düştüğü hatadan insanı kurtarmak ve tövbesini kabul etmek için rahmetle muamele edeceğini teahhüt etti.
Hem insan mele-i alâ ilede icrai faaliyet eder. Bilindiği gibi melekler ona evvelâ secde ettiler. Sonra da bazıları muhafız tayin edildi, bazıları da vahiy getirmek için elçilikle görevlendirildiler.
Rabbımız Allah» dedikten sonra dosdoğru olanlara (Peygamberleri*) vahiy getirdiler, davalarında sebat etmelerini sağladılar, müjdeler verdiler. Aynı müjdeyi mücahitlere de vererek onlara yardım da bulundular. Ehlî küfre karşı açılan savaşlarda mücahitler safında yer aldılar, onları öldürdüler, azalı ve İşkence ile ruhlarını kabzettiler. İnsanla melekler arasındaki münasebet bundan İbaret değildir. Dünya ve Ahirette daha birçok İlişkileri vardır.
Cin tâifesiyle de insanoğlunun münasebeti vardır. Bu taifenin iyisi ve kötüsü olduğunu ve kötülerine şeytan denildiğini bilmekleyiz. İnsanla şeytan arasında bir savaş geçtiğine yukarda şahit olmuştuk. Bu savaş muayyen gününü dolduruncaya kadar devam edecektir. Bu taifenin iyileriyle olan münasebet Kur’an’nı diğer Ayetlerinde zikredilmiştir. Süleyman (A.S.)’ın kıssasından anlaşıldığı üzre bazı hallerde insan, cinleri kendi menfaatine kullanabilmektedir.
İnsanın maddî alemle de (özellikle yer yuvarlağı, yıldızlar ve
yakın olan bazı gezegenlerle) münasebeti vardır. Her şeyden önce arz üzerinde Allah’ın halifesidir. Arzın gücü, kuvveti, iâşe kabiliyeti, hâzineleri insanın emrine verilmiş, bu nimetlerden faydalanmak üzere onun gizli sırlarını çözebilecek nice kabiliyetlerle de teçhiz edilmiştir. İnsan bu kabiliyeti sayesinde fizikî kanunları keşfederek uhdesine tevdi edilen hilafet görevini yerine getirmekte ve ondan istifade etmektedir. Dolayısıyla insanın bütün canlılarla alakası vardır. Çok yönlü olan insan sahib olduğu kabiliyet sayesinde erişilmesi güç ümitlerle dolu çok geniş bir sahada hareket eder. Allah’a tam bir kulluk ettiği takdirde göklerin en yüce katlarına uçar bu yolda meleklerin mertebelerini aşarak Sidre-i Münteha'ya ulaşır.Bunun tam tersi de olur tabiî. İlâhî emirleri kendi arzularına uydurmağa çalışır, insanlık hasletlerinden sıyrılır, hayvani duyguların esiri olursa; hayvanlardan daha aşağı bir derekeye düşer. insanın ulaşabileceği bu iki mânevi kutup arasındaki mesafe maddi alem olan yeryüzü ile gökler arasındaki mesafeden çok daha geniştir.
Gerek bu kıssanın gerekse diğer âyetlerin işaret ettiği gibi bu hususiyetler insandan başkasına verilmemiştir.
İnsanlığın doğuşunu anlatan kıssadan öğrendiğimiz üçüncü hakikati şöyle özetleyebiliriz:
İnsan dediğimiz varlık —başkalarında bulunmayan özelliğine rağmen, belkide bu özelliği sebebiyle— yaratılış itibariyle zayıf yanlara sahib bulunmaktadır. Bundan dolayıdır ki onu şerre sürüklemek mümkün olmakta, hislerinin ipine sarılan zavallı,
esfel-i safiline yuvarlanmaktadır. Zayıf yanlarından başta gelenleri dünyada ebedi kalma arzusu ile servet edinme İsteğidir.
Hele de Allah’ın gösterdiği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder