22 Mayıs 2016 Pazar

Bir cemiyette en büyük değer «insanın insanlığı» ise, İnsanî vasıf ve meziyetler dikkate alınıp saygı ve takdir mevzuu oluyorsa, işte o cemiyet medenî ve ilerî bir cemiyettir. İslâm tabiri ile «o cemiyet,» İlâhî ve müslüman bir cemiyettir. Ama ne şekilde olursa olsun en üstün değer madde olursa... Bu üstünlük gerek Marksizm de olduğu gibi teorik şekilde olsun gerekse Amerika ve Avrupa’da olduğu gibi «maddî üretim» biçiminde olsun... Elbette ki bu tip cemiyetler «gerici» ve «mürteci» cemiyetler olacaktır. Daha doğrusu İslâm tabiriyle «putperest bir cahiliyet» cemiyeti...

Şer-î şerifin hükmüne râm olan bir toplumda yalnız Allah’ü Zülcelâl’in hâkimiyeti mevzuu bahs olur. İşte ancak bu şekilde insanlık nefsanî duygulara köle olmaktan, kula kulluk etmekten kurtularak tam ve hakikî hürriyetine kavuşmuş olur. İlâhî ölçülere göre İslâm ve medeniyetin tek şekli budur. Çünkü Allah’ın insanlar için seçtiği medeniyet, her ferd için hürriyet ve haysiyet esasına dayanmaktadır. Kula kulluk edilen yerde ise ne hürriyetin ne de haysiyetin adından söz edilebilir. Evet, bir kısmının tanrı mevkiindeymiş gibi teşri görevini deruhde edip yüksek hâkimiyeti ellerinde tuttuğu, geri kalanın da bunlara boyun eğip tabi olduğu yerde hürriyet ve haysiyetten bahsedilemez. 


Teşri işi — bilindiği üzre — yalnız kanunlara inhisar etmeyip aynı zamanda diğer ölçüleri, kıstasları, ahlâk ve adetleri de ihtiva eder. Bunların hepsi teşri meselesidir. Ve herkes bunlara şuurlu veya şuursuz uymaktadır. Kulların kullara kul olduğu bir cemiyet gericidir, mürtecidir. Bu hususu İslâm tabirile ifade etmek istersek; bu cemiyet putperest bir cahiliyet cemiyetidir.

Cemiyet ferdlerini birbirine bağlayan unsur; îman, fikir ve hayat prensipleridir. İnsan iradesine ve fertlerin hayal mahsulüne değil de İlâhî kaynağa dayalı bulunan cemiyet ancak medenî ve gelişmiş bir cemiyettir. İslâmî terimle «Rabbına bağlı müslüman bîr «cemiyet»tir. Zira bu cemiyet «İnsan»daki en üstün meziyet ve hususiyetleri taşımaktadır. İnsanın üstün hasletleri fikir ve ruh değil midir? Fertleri, cemiyet yapan unsur; ırk, renk, milliyet, bölgecilik ve benzeri hususlar ise bu cemiyet gerici bir cemiyettir. İslâm hilaliyle: «Müşrik ve cahiliyet cemiyetidir» Zira ırk, renk, milliyet bölge ve benzeri bağlar değişebilir. Ama insan, yine insan olmakta devam eder. Bunlar insandaki ulvî hakikati temsil etmezler. Ruhunu ve düşünme kabiliyetini kaybeden insanın insanlığını devam ettirmesinden söz edilemez.

Hem insan — Allah’ın insanlara mahsus olarak verdiği — nimetlerin en güzeli olan hür düşünce ve iradesini kullanarak; inancını, görüşünü, hayata dâir prensiplerini sapıklıktan kurtarıp doğruya .yöneltebilir. İkna edilişinin, kendi anlayış ve idrakinin doğruyu bulmakta tesirleri vardır. Fakat hiç bir zaman ırkını, rengini, aşiretini değiştirme gücüne sahip değildir. Meselâ filân cins ve renkten olabilmek için arzu ettiği bir geçmişe bağlanamaz. Yine fâlan aşiret veya bölgeden olabilmek için, o bölge veya aşiretten kendisine bir baba seçemez. İnsanların kendi iradeleriyle kurdukları cemiyetler, şüphesiz iradelerinin dışında kalan ve kendi müdahalelerinin söz konusu olamıyacağı bir takım tabiî sebeb ve bağların tesiriyle kurulan cemiyetlerden daha sağlam ve daha mütekâmildir.

Bir cemiyette en büyük değer «insanın insanlığı» ise, İnsanî vasıf ve meziyetler dikkate alınıp saygı ve takdir mevzuu oluyorsa, işte o cemiyet medenî ve ilerî bir cemiyettir. İslâm tabiri ile «o cemiyet,» İlâhî ve müslüman bir cemiyettir. Ama ne şekilde olursa olsun en üstün değer madde olursa... Bu üstünlük gerek Marksizm de olduğu gibi teorik şekilde olsun gerekse Amerika ve Avrupa’da olduğu gibi «maddî üretim» biçiminde olsun... Elbette ki bu tip cemiyetler «gerici» ve «mürteci» cemiyetler olacaktır. Daha doğrusu İslâm tabiriyle «putperest bir cahiliyet» cemiyeti... Nitekim Amerikan ve Avrupa cemiyetleri maddî üretim imkânlarını elde etmek uğrunda her türlü ideal değer ölçülerini ve İnsanî hususiyetleri — ki
bunların başında da ahlâkî değerler gelir — çiğnemektedir.

Gerçi müslüman bir cemiyet gerek nazarî olarak gerekse üretim sistemi itibariyle maddeye lakayd kalmaz ve onun ehemmiyetini hiç bir zaman inkâr etmez. İçinde yaşadığımız kâinatın varlığını meydana getiren maddeden faydalanılmak gerektiğini, esasen İlâhî kudretin insanlara bahşettiği halifelik sıfatının madde İle kaim olacağını bu sûrenin ileriki kısımlarında da anlatılacağı gibi temiz ve güzel nesneleri helâl yoldan kullanmak gerektiğini bilir, Ne var ki maddeyi, insanlık hasletlerini feda etmeye değer bir varlık olarak görmez. İşte cahiliyet cemiyeti ile müşrik ve ataist cemiyetlerle müslüman cemiyetin madde üzerindeki görüş farklılıkları buradandır.

Bir cemiyete İlâhî ölçüler içerisinde ahlâk ve değer anlayışı hâkim olursa, o cemiyet medenî ve ileri bir cemiyet olma vasfını kazanır. İslâmın deyimiyle o cemiyet müslüman bir cemiyet olur. Ahlâkî ölçülerle İnsanî değerler karmaşık olmadığı gibi elastikî de değildir. Değer ölçüleri ve kıstaslar üzerinde tereddüt meydana getirmek isteyenlerin iddia ettikleri gibi, alâkî kaideler ve değer, ölçüleri, kararsız ve değişken şeyler değildir. «Sabit bir mikyas yokki lüzumu halinde müracat edilsin."iddiası boştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder