23 Mayıs 2016 Pazartesi

Günümüzün modern cahiliyet toplumlarında insanı hayvandan ayırd etmeye yarayan her türlü insanlık hasletleri silinip gitmektedir. Bu toplumlarda cinsî alâkanın gayri meşru olanı, hatta cinsî sapıklık derecesine varanı bile normal sayılmaktadır. Bu cemiyetlerde ahlâk mefhumu iktisat ve şahsî muamelâta, —bazen de devlet menfaatinin gerektirdiği ölçüde— siyasete inhisar ettirilmektedir. Yazarlar, gazeteciler, romancılar ve halka hitab eden bütün kuruluşlar kızlara, kadınlara, genç ve çocuklara: «Hürriyet içinde cinsî alâka kurmak ahlâksızlık değildir» diye sesleniyorlar.

Ahlâkî kaideler ve İnsanî değerler sayesinde insandaki «insanlık hasletleri» gelişir ve bu hasletleriyle de insan hayvandan ayrılmış olur. İnsan, ancak bu .yanının gelişmesi, galebe çalmasiyle insan olabilir. İnsanla hayvan arasında müşterek yanlar vardır. Fakat bu tarafın gelişmesi değer ölçülerine ve ahlâkî kaidelere esas olamaz. İşte meseleye bu zaviyeden bakılacak olursa kesin ve sabit bir çizgi belirir. Bu çizgi ilericilerin durmadan değiştirmelerine müsait bir çizgi değildir. Hal böyle olunca iddia edildiği gibi, ziraî ahlâk ayrı, sınaî ahlâk ayrı, kapitalist ahlâk ayrı, sosyalist ahlâk ayrı, fakir ahlâkı ayrı. burjuvazi sınıfının ahlâkı ayrıdır, diye birşey düşünülemez. Her neslin veya yaşama seviyesinin kendine has şartları vardır. Bu itibarla şartların doğurduğu bir takım ahlâkî kaide ve değer ölçüleri olacaktır. İşte bu ölçüleri kabul etmek ve uygulamak zorunda olduğumuzu düşünmek yanlıştır. Şu halde ortada sınıf ahlâkı değil «İnsanî ahlâk kaideleri ve insani değerler» vardır. Medenî cemiyette müslümanların ahlâk anlayışı budur. Buna mukabil bir de «Hayvani ahlâk kaideleri ve değerleri» vardır. —Tabir caiz ise— gerici cemiyetler de ahlâkı böyle anlamışlardır. İslâmın tabiri ile; ortada İki türlü ahlâk vardır. Biri İlâhî ve İslâmî, diğeri ise cahili ve gerici ahlakdır. Hayvani duyguların hâkim bulunduğu cemiyetlerin medenî olmaları mümkün değildir. İktisadî, İlmî ve sınaî bakımdan ne kadar ileri giderlerse gitsinler bu böyledir. İnsanın bizzat insanlığında ilerlemiş olması gerekir. Bu ölçü değişmez ve değiştirilemez.

Günümüzün modern cahiliyet toplumlarında insanı hayvandan ayırd etmeye yarayan her türlü insanlık hasletleri silinip gitmektedir. Bu toplumlarda cinsî alâkanın gayri meşru olanı, hatta cinsî sapıklık derecesine varanı bile normal sayılmaktadır. Bu cemiyetlerde ahlâk mefhumu iktisat ve şahsî muamelâta, —bazen de devlet menfaatinin gerektirdiği ölçüde— siyasete inhisar ettirilmektedir. Yazarlar, gazeteciler, romancılar ve halka hitab eden bütün kuruluşlar kızlara, kadınlara, genç ve çocuklara: «Hürriyet
içinde cinsî alâka kurmak ahlâksızlık değildir» diye sesleniyorlar.


Bu gibi cemiyetler, medenî cemiyet olmayıp gerici ve mürteci cemiyetlerdir. İnsanlık noktai nazarından bu böyledir. Ayni zamanda bunlar müslüman bir cemiyette değildir. 
Çünkü Islâm çizgisi;
insanın şehvetin kölesi olmaktan kurtulup insanlık hasletlerine sahib olduğu, hayvani duygulara gem vurduğu çizgidir. Akideden, ahlâkî nazariyeden tutun da gerçek hayata kadar neresinden bakarsanız bakın cahiliyete gömülmüş olduğunu göreceğiniz bugünkü cemiyetlerin ahvali budur. Bu kısa işaretimizin bugünkü cemiyetlerin cehaletini aksettirmiş olacağını ümit ediyor, İslâmî çağrının ve ilahî dine dâvet vazifesini deruhde eden zamanın gerçek hedeflerini anlatmış olduğunu sanıyoruz. Evet bu dâvet beşeriyeti yeniden — ahlâkıyla, inancıyle, prensipleri ile — İslâma dâvettir. Bu gayret Resulüllahın azimle başardığı gayrettir. Hem bu dâvet bugün de ilk başladığı noktadan başlamak zorundadır. Durum aşağıdaki ayetin Resülullaha geldiği durumun aynısıdır. Ne buyurmuştu Hak Teâlâ:
«Sana bir Kitab indirildi. Onunla insanları uyarman ve müminlere öğüt vermen için kalbine bir sıkıntı gelmesin»...

ALLAH IN KİTABINA UYUN!..

Allah’ü Zülcelâl Rasulüne bu mükellefiyeti yüklerken o zaman Kur’an’a muhatab olan ilk topluluğa yüklediği gibi onlardan sonraki topluluklara da —cehaletten kurtarmak için— aynı mükellefiyeti yüklemiştir. Emir, Kur’an’da ne indirilmişse ona uymak, nehiy (yasak) de Allah’tan gayri kimseyi önder kabul etmemek şeklinde gelmiştir. Mesele samimî olarak «ittiba» meselesidir. Allah’ın emrine uyan herkes müslümandır. Başkasının emrine uyanlar da müşriktirler. Bu iki vaziyet birleştirilmesi kabil olmayan ayrı ayrı durumdur:

!l — «Rabibinizden size indirilen Kitab’a uyun. O’ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt tutuyorsunuz»


İşte bu dinin temel dâvası... Ya Allah’ın indirdiklerine uymak, kİ bu, Allah’a teslim olmak, O’nun Rubûbiyetini kabullenmek, yalnız O’nun emrine tabi olarak hâkimiyetini benimsemek ve O’ndan başkasının dediklerini yapmamaktır... Yahut da Allahtan başka dostları O’na eş kabul etmek, ki bu da doğrudan doğruya Allah’ın Rubûbiyetini reddetmektir... Yoksa emrine bağlanmaksızın ittiba nasıl söz konusu olabilir?..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder