“Bu davarlar ve ekinleri dilediğimizden başkasının yemesi yasaktır; bir kısım develerin sırtlarına yük vurmak da haramdır” derler. Diğer bazı hayvanları da Allah’ın ismini anmadan boğazlarlar. bütün bunları Allah’a iftira ederek yaparlar. Allah, yaptıkları iftiralara karşı onları cezalandıracaktır.
“Bu davarların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, karılarımıza yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar” dediler. Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir. Çünkü O, Hâkim ’dir, Alîm ’dir.
Bilgisizlikleri yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenlerle Allah'ın kendilerine ihsan ettiği nimetleri Allah’a iftira ederek haram sayanlar muhakkak ki maddî ve manevî en büyük zarara uğramıştır. Onlar şüphesiz ki sapmışlardır. Zâten doğru yolda değillerdi.»
O gün İslâm ümmetinin ve çevresinde bulunan cahiliyyet cemiyetlerinin yaşayışına uygun hükümler bunlardı. Bütün bunlarda o büyük dâva... Hüküm koyma dâvası... Ve bununda gerisinde o "iı büyük kaziyye... Ülûhiyet ve ubûdiyyet kaziyyesi temessül ediyordu. İşte sûre-i celîle bunları hallediyor. M e k k e ’de nazil ilmi Kur’an âyetleri bunlara çare buluyor ve M e d î n e ’de na-dl olan Kur’an âyetleri de yeri ve zamanı geldiği sıralarda bu me-lelolerin çaresini bulmak için hükümler koyuyordu.
Sûre-i celîlenin akışı içinde kaynağından fırlarcasına büyük bir yığın halinde gelen hükümler ve müessirler külliyatı, kesilen hayvanlar ve adaklar hususunda (bu münasebetle hüküm koyma dâvasında) cahiliyyet cemiyetine karşıkorken ve bütün bunları akide dâvasına, dolayısiyle ülûhiyet ve ubûdiyet dâvasına bağlaması ve bu meseleyi bir iman ve küfür meselesi, İslâm ve cahiliyyet mevzuu yapması. Evet bütün bunlar (ilerde genişçe arzetmeye çalışacağımız ve her âyet kümesiyle teker teker karşılaştığımızda görüleceği gibi) insan ruhuna bu dinin tabiatı mevzuundu o asil ha-
kikatları yerleştiriyor. Yerleştirilen bu esaslı gerçek şudur: İnsan hayatında en küçük ve cüzî meseleler doğrudan doğruya Allah'ın şeriatının temsil ettiği hâkimiyeti ilâhiyeye mutlak şekilde boyun eğmesi gerekir... Aksi takdirde o en küçük meselede hâkimiydi ilâhiyeye teslim olmamanın neticesi bütünüyle bu dinin çerçevem! haricine çıkmak olur.
Ayrıca bu küllî hükümler bu dinin bütünüyle hayatî tezahürleri ne şekilde olursa olsun (ister iyi ister kötü, ister büyük İster küçük) beşerin hâkimiyetinin gölgesinden kurtarmak ve bu dlıılıı temsil ettiği büyük esasa bağlamak hususunda sarfettiği dikkatin önemini belirtiyor. Bu dinin temsil ettiği en büyük hakikat yeryüzünde Allah’ın ülûhiyeti ile ortaya çıkan Allah’ın hâkimiyetine mutlak şekilde teslim olmaktır. Ayrıca bu ülûhiyet hiç ortaksız lei-tün kâinattaki meseleleri idare etmeklere belirtmektedir.»
Çevresinde bulunan cahiliyyet cemiyetine karşı İslâm Ümme tinin hayatmda o gün karşı karşıya bulunduğu hadiseler ve sürenin giriş kısmından aldığımız bölümlerde işaret edildiği tarzda tedavi etmeye çalıştığı bütün bu hususlar bu cüzde de seyrini devimi el tireceğimiz sûrenin geri kalan kısmının ana mevzuunu teşkil H mektedir. Daha önce engin muhitiyle ülûhiyet ve ubûdiyet dâvasını arzeden bir bölüm geçmişti. Ve sûre-i celîlenin akışı böyle bir pi stik uygunluk sağlıyarak son bulmuştu.
Bu büyük dâva ile bu uygunluk arasındaki bağı son derece kuvvetli zincirlerle raptetmişti. Kur’an-ı Kerîm cahiliyyet devri alışkanlıklarından olan bir takım yiyecekleri haram kılmak, bir kısmını helâl kabul etmek, meyveler, hayvanlar, çocuklar ve adaklarla alâkalı bazı alışkanlıkları yok etmek için bu derece yığınlar halinde tesir ve hükümler ihtiva eden ağır hükümler getirmiştir. Bunları da hakikatlar ve prensipler yığını ile ilgili esaslara bağlamış ve dinin gerçekleri temel kaldeler olarak belirtilmişti. Bu temel kaideleri sunarken bir takım girişler yaparak, dehşetengiz takiplerle meseleyi genişletmiş ve bu dinin hayatı büsbütün cahiliyyetin elinden kurtarıp, doğrudan doğruya İslâm’a vermek için sarfettiği gayretin önemini ifade etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder