Kabul etmeyip O’ndan ikrah ettiğini kavmin anlasın» demiştir. V e 1 i d : «Ne diyeyim onun hakkında? Allah’a yemin ederim ki
içinizde şiirleri benim kadar bilen, recesizini, kasîdini ve hatta cinin İn şiirlerini benim kadar anlıyanınız yoktur! Vallâhi O’nun söz-ln I bunlardan hiç birine benzememektedir. Vallâhi O’nun söylediklerinde bir hoş tad vardır. O’nun üzerinde de bir acep nur ki her şoy onun ziyasında kaybolur. O elbetteki üstündür. O’nun fevkine h Mİ'lyyen çıkılmaz» demiştir. Ebû Cehl’in, «Vallâhi O’nun İm İt kında kavminin istediklerini söylemezsen kavmin senden kat’-ly.yen memnun olmıyacaktır» demesi üzerine: «Bırak beni bir düzineyim» demiş ve düşündükten sonra da: «Bu olsa olsa, elbetteki diğerleri üzerine tercih edilen bir sihir olabilir» demiştir. Bunun liflerine: «Müddessir» Sûresi’nin: cil»-
den itibaren: jJs- wJ e kadar olan âyetleri nâzil ol-
muştur.
Başka bir rivâyete göre, Kureyş: «Eğer V e 1 i d dinini değiştirirse yüzde yüz bütün Kureyş de değiştirecektir» demişlerdir. Bunun üzerine Ebû Cehil: «Ben onu ikna ederim» deyip
"iıuıı yanına gitmiştir. V e 1 i d de: —uzun uzun düşündükten mtiır* «O, elbetteki başkasına tercih edilen bir sihirdir. Görmü-vtti musunuz işte kişiyi ehlinden, çocuğundan ve kölelerinden ayırımdandır» demiştir.
Bu rivâyetlerin hepsi de ifâde etmektedirler ki, münkirler Ra-‘illÜllah’ın kendilerine tebliğ ettiği şeylerde yalan söylemediğine Immımıkta idiler. Fakat işte bu rivâyetlerde geçen sebeplerden dolayı «şirk ’lerinde ısrar ettiler. Bundan başka asıl bir sebeb daim vardır ki o’da: Bu peygamberlik dâvetinin temeli olan (Allah’ın hâkimiyeti) idi. Bu hâkimiyeti kabul ettikleri takdirde eski nüfuz v«» lıAkimiyyetlerini kaybetmiş olacaklardır. «Allah’ın hâkimiyyeti-ııl, IslAm’ın esâsını teşkil eden <1)1 V\ «İl V kâidesi ifâde etmekte-
• Ilı Onlar ise lisanlarındaki bu kelimenin manasını çok iyi bilmek-I«' İdiler. Kulların hayatında Allah’ın hâkimiyyeti dışındaki hâkini lyyetlere bu hâkimiyetin bir darbe teşkil ettiği tevhid kelimesiyle mİ ışılıyordu. Şu halde kabul etmemek lâzımdı. Bakın Azîm "hm Allah ne doğru buyurmuştur:
«Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz; oıılm hakikatte seni yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler bile bile Allah’ı« âyetlerini inkâr ediyorlar»...
Kur’an-ı Kerim’de sık sık ifâde edildiği gibi, buradaki « /. â 1 i m 1 e r » kelimesi ile, müşrikler kasdedilmektedir.
Âyet; peygamberi ve dâvasını tekzip edenlerin, Allah’ın İti «m» şan âyetleriyle bu âyetlerin ihtiva ettiği gerçeklere inanmıyanlaiıı hakiki veçhesini beyan etmekte ve Hz. Peygamber’in gönlünü <ü maktadır. Bundan sonra diğer peygamber kardeşlerinin de başlan na gelenler anlatılmakta ve dolayisiyle onlara ait bir çok İmlin İmi Kur’an yoluyla Resulullah’a ulaşmaktadır.
Böylece; Allah’ın nusreti erişinceye kadar sabır ve nıel/ınrllı yola devam edilmesinin şart olduğu, dâvayı tahakkuk ettirebilmek için bu şartın Allah tarafından konduğu ve değişmeyeceği, İn i <lr dikoduya kulak verilmemesi gerektiği, bu yolda her türlü ezn, ee fa ve sıkıntılara, katlanmanın tabii olduğu beyan ediliyor,
34 — «Andolsun, senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar; Allah’ın sözlerini değiştirebilecek yoktur, andolsun ki peygamberlerin haberi sana da geldi»...
Peygamberlik kervanı, ilerdenberi Allah’a doğru yol almakta, zamanın her devrinde doğru adımlarla sâbit yürüyüşünü bozmadan, yoluna devam etmektedir. Her asırda, dalâlete düşenlerle onlara tâbi olanlar bu akışa mukâvemet etmeye çalışırlar Bu arada dâva sahiplerinden eziyet çekenler olur, kanlar akar, canlar verilir fakat kervan dönüş yapmadan ve yolundan sapmadan tabiî seyrine devam eder. Zaman ne kadar geçerse geçsin; yol ne kadar uzarsa uzasın netice değişmez. Allah’ın nusreti yolun sonunda vc muhakkak sûrette yetişmektedir:
«Andolsun senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah’ın sözlerini değiştirebilecek yoktur; and olsun ki peygamberlerin haberleri sana da geldi»...
Bu kelimeleri Allah’ü Taâlâ, Rasûlüne söylemektedir... Hatırlatan, teselli eden ve sevindiren kelimeler... Rasûlüllah’tan sonra, O’nun yolunda Allah’a davet edenlere de yollarını açıklamakta, görevlerini tahdid etmekte, yolun meşakkatli ve yorucu olduğunu, bütün bunlara rağmen nihâyetinde selâmetin kendilerini beklediğini beyan etmektedir...
Bu kelimeler, onlara öğretmektedir ki: Allah’ın nizâmı haddi zâtında tek olduğu gibi; Allah’a olan dâvetler de bir ve tekdir. Bölümlere ayrılamaz. Bu dâveti; insanların ekserisi yalanlayarak karşılayıcılara ve onların ezâlarına karşı sabrederler... Ve bu dâva sahiplerinin zaferiyle sonuçlanır. Âsilerin felâketini hazırlayan bu zafer, tam saatında gelir. Öne alınamaz. O iyi kalpli, günahsız ve samimi dâva adamlarının yalanlama ve ezâ ile karşılaşmaları, şaşırmış ve şaşırtılmış kimselerin onlara karşı bu kötü davranışları dahi Allah’ın nusretinin vaktinden önce gelmesine vesile olamaz.
Dâvayı yüklenen kimse elbetteki dâva uğruna bütün arzularını feda etmiş, kendi benliğini dâvanın benliğinde eritmiştir. Bütün arzusu, en kısa zamanda milletinin hidayeti bulması, bütün üzüntüsü İse, yolunu sapıtmış olanların dünya ve âhirette ceza görecek olmalarıdır. Onun için dâvanın tahakkukunda acele eder. Fakat, bu sebeplerden hiç biri Allah’ın takdir buyurduğu an ve saati değiştiremez. Acele edilen şey gelmesi kat’îyetle bilinen zafer dahi olsa, kulun acelesi Allah’ın takdirini değiştirmez.
Bu beyan kat’î bir ciddiyet ifade ettiği gibi, gönüllere emniyet, huzur ve ferahlık bahşetmektedir.
Hz. Peygamber kavminin hidayete gelmesini candan arzuladığı için, onların istediği mucizelerin tahakkukunu da arzu ediyordu. Ayni arzu o gün için bütün mü’minlerin de gönlünde dolup taşmakta idi. Gel gelelim, bu arzu, İlâhî hükme muhalif olan beşerî bir arzu idi. Bunun için âyeti kerîme kat’î bir ifadeyle bu noktaya parmak basıp şunları söylüyor:
«Onların yüz çevirmesi sana ağır gelince; eğer gücün yeri delmeye veya göğe merdiven dayamağa yetmiş olsaydı, onlara bir mucize göstermek isterdin. Allah dileseydi onları doğru yolda toplardı. O halde sakın bilmiyenlerden olma!...»...
«Ancak kulak verenler dâveti kabul ederler. Ölülere gelince onları Allah diriltir ve sonra hepsi O’nun huzuruna çıkarılırlar»...
O ulvi kelimeler arasından sızan azametli, dehşetli bir mânâdır bu!... Bu kelimelerin; Âlemlerin Rabbinden, O’nun sevgili peygamberine tevcih edildiğini insanoğlu bütün şuuruyla hissetti zaman mânânın hakikatına ancak erebilir.
Bu sözler; kavrninde lü çileler çektiği halde onlara, Nuh Âleyhisselâm'ııı kavmine yaptığı bedduâyı bile yapmıyan ve peygamberin büyüklerinden olan ve bu nisbette Rabbine güveni bulunan bırlı peygamberine tevcih edilmektedir.
Onun senelerce kavminden çektiği eziyetler en şefkat İl yumuşak kimselerin hilmini dahi yok edecek mâhiyettedir
İşte bizim usûlümüz budur... —Ya Muhammedi l,'ö' vetinden onların yüz çevirmeleri sana ağır geliyor da, yalaıı larma katlanamıyorsan; dolayısıyla da onlara bir mûcize gö*ta arzu ediyorsan... Haydi, eğer kâdirsen kendin için yerde biı de veya göğe merdiven daya da, onlara bir mûcize göster!
... Onların hidayete ermesi; hiç şüphen olmasın kİ, neni lara bir mûcize göstermene bağlı değildir. Sözlerinin belirin" tediğin Hak’ka varabilmeleri için, onların muhtaç olduk İm ı rikalar da değildir... Hidâyetten başka bir şey bilmeyen mel gibi; gerek ta başlangıçtan onların tabiatlarını hidayet fili alı yaratmak sûretiyle; gerekse kalplerini o yöne yönelterek İni yete meylettirip onu istiye istiye kabul ettirmek süreliyle, \< v rikulâde gücünü göstererek hepsinin de boyunlarım büknu v< ne sûrette olursa olsun onları yola getirmeye Allah elbette knd Eğer dileseydi onları hidâyet üzere muhakkak cem’ edeıdl
Lâkin, Allah’ü Taâlâ —mevcûdâta şâmil olan yiten hıkın den dolayı— insan ismini verdiği bu mahlûku muayyen blı v için —şümullü ve ulvî hikmetiyle— meleklerde bulunmayın lirli kabiliyetlerle mücehhez olarak yaratmıştır.
Kabiliyyet yönünden çeşitli sınıflara ayrılmaları, lıldayn lillerini ve îman emârelerini kabul edip etmeme hususunda b! lerinden farklı olmaları, hidâyet ve dalâlete göre ceza vı> mili tın adaletle verileceğini bildikleri için hidayete yönelmeye mı dir olmaları hep bu hikmetlerindendir.
İşte bunun için o emri ile daha ilk başlangıçta AlInlı lann hepsini hidayet üzere toplamamış; hidayete koşmaları tçlıı roderek, itaati veya günuhı seçmeleri ve sonunda âdil mukAfal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder