18 Nisan 2016 Pazartesi

. Hidayet ehli nübüvvet makamını görecek göze sahib olmakla beraber dalâlet ehlinin gözü kördür.

birbirinden tefrik ediliyor. Peygamberin tabiatı ve peygamberliğin hakikati hakkındaki evham ve kapalılık açığa çıkıyor. Mü’minlerle mü’min olmıyanlar arasındaki fark da bütün çıplaklığı ve gerçekliği ile açıklık kazanıyor.

Kur’an-ı Kerîm bu hakikatları beyan ederken, ûlûhiyyet hakikatından, bu hakikatle peygamberin alakasından ve gerek âsi gerekse muti bütün insanların alâkalarından da bir nebze bahsetmektedir. Hem bu gerçekten, hem de hidayet ve dalâletin tabiatından söz etmektedir. Hidayet ehli nübüvvet makamını görecek göze sahib olmakla beraber dalâlet ehlinin gözü kördür.

Allah; kullarını bağışlamayı kendi üzerine almıştır ama bu, bilmiyerek günah işleyip, tevbe eden ve ıslâh yoluna giden kullar içindir... Mücrimlerin yolunu da ayrıca beyan etmeyi irade buyurmuştur. Böylece inanan bilerek ve bir esasa dayanarak inansın, dalâlete düşen de bilerek ve bir esasa istinad ederek dalâlete düşsün. Ve insanlar açıkça kendi tutumlarını tesbit etsinler. Evham ve tahminlerden uzaklaşsınlar...

50 — «Deki: “Size Allah’ın hâzineleri benim elimdedir veya gaybı bilirim demiyorum, Melek olduğumu da iddia etmiyorum. Ben ancak bana vahyolunanı yerine getiriyorum”. De ki “görenle görmiyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?”»

Kureyş’li müşrikler — daha önce de söylediğimiz gibi Resulullah’ın doğruluğundan şüphe etmemekle beraber kendisine inanabilmeleri için bir harika göstermesini istiyorlardı. Bu meyanda bazen, Safa ile M e r v e ’yi altın’a çevirmesini, bazan da bu iki dağı Mekke ’den uzaklaştırarak, Mekke ’nin civarındaki arazinin verimli, bitkili ve meyveli olmasını istiyorlardı! Bazan gayıptan haber vermesini, ne olacağını bildirmesini, bazan kendine destek olacak bir meleğin inmesini, bazan da görebilecekleri bir şekilde kendine gökten sahifeleri yazılı bir kitap inmesini arzu ediyorlardı. Bütün bunlar, inad ve ısrarlarını delillendiren isteklerdi. Ne var ki bu isteklerin asıl doğuş noktası cahiliyyet devrinde peygamberlerin ve peygamberlik müessesesinin çevresini sarmış olan efsane ve evham yığınlarıydı. Bunun en yakın örneği de Ehli kitabın peygamberlik ve peygamberler ile ilgili hurafeleriydi.

Ehli kitap her türlü gerçekleri açık ve seçik şekilde belirten
gerçekleri hâvi kitabı getiren peygamberlerin yolunda inhiraf ettikten sonra bu hurafelere dalmışlardı...

EFSANE VE HURAFE

Muhtelif cahiliyyet cemiyetlerinde çeşitli şekilde gayptan haber verme iddiasında bulunan sahte haberciler bulunur. Bir takını aldanmışlar da bunlan tasdik ederler. Bu gayptan haber verenler arasında sihirbazlar, kâhinler, müneccimler ve deliler bulunur. Gayptan haber verenler gelecekle ilgili şeyleri bildiklerini iddia ederler. Cinlerle ve ruhlarla alaka kurduklarını, teşbihlerle ve muskalarla, dualar ve zikirlerle veya benzeri vasıta ve metodlarla tabiat kanunlarını kendi emirlerine amâde kıldıklarını iddia ederler. Esas itibariyle bunlarm hepsi vehim ve dalâlet olmaktan öteye geçmez. Ve birleştikleri nokta burasıdır. Geriye kalan ise şekil, nevî, üslûp ve merasim bakımından birbirinden ayrılmaları.

«Sihirle gelecekten haber verme» durumu umumiyetle hu bin ruhları kendi emrine alarak hâdise ve eşyaya hâkim ve meçhule ittila ile olur. Kehânetle haber verme konusuna gelince umumiyetle bu konu da tanrıların emrine terkedilmiştir. Burada kâhin, tanı ı lan doğrudan doğruya kendi emrine alamaz da dualar ve zikirler le onlara yalvarır ve kendisine uyur veya uyanık anmda meçhulle rin kapısını açmasmı diler. Gerek işaretlerle, gerek sayıklama İmla rüyasmda veya başka tarzda kendisine doğru yolu göstermesini İster. Fakat gerek sihirle gayptan haber vermek, gerekse kehânet yoluyla haber vermek kutsal delilik ve meczubiyet yoluyla gayptan haber vermekten ayrılır. Zira sihirbaz ve kâhin ne istediğini bilir Zikir ve dualarla talep ettiği şeyden neyi kasdettiğini anlar. Ama cezbeye tutulmuş veya kendisini kutsal deliliğe vermiş olan klııum hiçbir şey bilmez. Dili konuşurken kendisinin farkına varmadığı müphem ifadeler söyler. Meczuplarla geleceğe dair haber verme nin yaygınlaştığı milletler arasında umumiyetle o meczubun söylediği sözlerin, verdiği işaret ve rumuzların ifadesini bildiğini iddia eden bir açıklayıcı bulunur. Eski Y u n a n ’da bu tip meczuplara « m a n t i * adı verilirdi. Bunları açıklıyanlar da «prophet» yani başkasının yerine konuşan diye adlandırılırdı. İşte Avrupa’lılar peygamberlik müessesesini ifade etmek için

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder