Kendisinin hak üzere olduğunu idrak eden bir mü’min — bir tek ferd olarak ve kendi hududları dahilinde— bu kâinatın temelinde yer etmiş olan büyük hak ile ilgi kurmuştur. (Bir başka âyeti kerîme’de de : «Bu Allah’ın, Hak’kın ta kendisi olduğunu belirtmesi içindir» ifadesi yer almaktadır.) Böylece mü’min mutlak hakkın kendisi olan Allah’ü Taâlâ’nın tecellisinden ibaret kâinatta beliren büyük hakikatla ilgi kurmaktadır. Bu gerçeği, bu dehşetengiz şekli ile idrak eden mü’min, ne kadar büyük olursa olsun, ne kadar şişer, azgınlaşır ve putlaşırsa putlaşsın, ne kadar ağır eziyetlere gücü yeterse yetsin, bâtılı bu varlıklar âlemine fırlatılmış bir kırıntı, bir atıntı olarak kabul eder. Varlıklar dünyasında yeri yokmuş gibi silinip giden bir köpük olarak değerlendirir. Nitekim mü’min olmayanların bile hissi bu gerçek karşısında titriyor, sarsılıyor, bazen de bu gerçeğe teslim olarak sevaba eriyor :
«Ki “ol” dediği gün hemen olur»...
O, kudret sahibi hâkimi mutlaktır. O’nun iradesi sonsuzdur. Yaratmak ve yok etmek, meydana getirmek ve değiştirmek hususunda engin bir meşiyete sahiptir. Bu gerçeğin burada arzedilmiş olması mümin gönüllerde akide binasını yerleştirme ameliyesine mebni olduğu gibi kâinatı Hak ile yaratan ve âlemlerin Rabbı olan Allah’a teslim olmaya çağıran gönüllerde de duygulandırıcı tesirlere sahiptir. O Allah ki, bir şeye ol der ve o olur.
«Onun sözü Hak’tır»...
Gerek yaratılış ile ilgili «ol der ve olur» sözü gerek yalnız kendisine teslim olmayı emreden sözü gerekse kendisine teslim oldukları zaman insanlara vazettiği hükümleri bildiren sözü olsun, hepsi de Hak’kın kendisidir. Gerek geçmiş, hal ve gelecekle ilgili haberleri bildiren, gerekse yaratılış, meydana gelme, haşir ve cezaya
müteallik sözü olsun hepsinde de ne söylemişse o Hak’kın kendisidir. Şu halde ona şirk koşarak mahlûkatına fayda veya zarar verme gücüne sahip olmayanlara tapınanların tek başına O’na teslim olmaları daha evlâdır. Ondan başkasının sözlerine uyanlar, Ondan başkasının hayat felsefesini ve hükümlerini benimseyenler hangi yöne yönelirse yönelsinler:
İşte o gün. Mahşer günü... Sûr’a üfleneceği gün Hükümranlık mutlak şekilde O’na aittir. Öldükten sonra dirilme ve haşrü neşir o zaman olacaktır. Keyfiyeti ise bir gayb olup beşer tarafından bilinmez. Onu ancak Allah’ü Taâlâ bilir.
Mahiyeti ve hakikati itibariyle sûr da bir ğaybtır. Sûr'unı nasıl üfleneceğini de kimse bilmez. Kuvvetli rivayetler diyorlar ki Sûr; nurdan bir borudur. Mahşer günü bir melek o boruyu üfler Kabirlerde olanların hepsi bu borudan çıkan sesi işitirler ve haşrolunacakları yere doğru koşarlar. Buna ikinci nefha denir Birinci nefhada ise göklerde ve yerde bulunan herşey yok olur. Ancak Allah'ın diledikleri müstesna.
Sûr’la ilgili bu vasıflar ve nefhanın tesiri ile alâkalı hu İfadalerden anlaşıldığına göre, insanoğlu yeryüzünde .sura benzer hiçbir şeyi ne tasavvur etmiş ne de gönmüştür. Binaenaleyh bu da Allah’ın ğayb âleminden bir ğaybdır. Biz onu sadece Allah ın bize belirttiği vasıfları ve tesirleri miktarında biliriz. Ve bunun ötesinde hiçbir zaman fikir serdetmeyiz. Zira bunun ötesinde yakın ifade edecek hiçbir bilgiye sahip değiliz. İleri sürülecek şeylerin hepsi sadece mücerret zanlardan ibarettir.
İşte sûra üflendiği o gün münkirler, gözü dönmüş zalimler bile hükümranlığın tak başına Allah’a ait olduğunu, O’nun hakimiyetinden başka hâkimiyetin bulunmadığını, sadece O’nun iradesinin hükümfermâ olduğunu anlar ve görürler. Dünya hayatında Allah' ın iradesine teslim olanlar ve O’nun mutlak hâkimiyetini bizzat görmeden kabul edip itaat edenleri sûra üflendiği gün fiilen müşahede ederler.
«Görülmeyeni de, görüleni de bilir»...
Görülen şu kâinatı bidiği gibi, görülmeyen ğayb âleminide bilen O’dur. Kulların hiçbir hali O’na gizli kalmaz. Hiçbir şey O'ndan
Sura üfleme ve Kabirlerden haşra gidiş - Tek parça
YanıtlaSilhttps://www.youtube.com/watch?v=PJ1_7TIpmno