Peygamber Allah'ın vahyinden başka bir şeye tabi değil... İlâhî vahiy bilmediği şeyleri ona öğretir. O Allah’ın hâzinelerinin üzerine oturmuş, kendisine uyanlara o hâzineleri dağıtıcı değil... Gaybm anahtarları da kendisinin elinde değil ki, gelecekte olan şeyleri kendisine uyanlara bildirsin... Hem o bir melek de değil ki, istedikleri gibi bir melek arkadaş göndersin kendisine... O sadece bir peygamber. Ve getirdiği de bu kadar, açık, parlak ve sade şekliyle yalnız başma bu akide...
Esasen beşer fıtratına seslenen bu akidedir. İnsan hayatına doğru yolu gösteren, âhirete giden yolda, Allah’a varan nizamda kılavuzdur o. Ve bu akide bizatihi her türlü süslemeden müstağnidir. Kim onu kendi nefsi için arzu ederse Hak kazanır ona: Ve o sahip olduğu değerlerin en üstünü olarak belirir. Kim de bu akideyi menfaat pazarında bir alış veriş metaı olarak kullanırsa onun tabiatını kavrayamaz, kıymetini anlayamaz. Ve o bir hazine, bir azık vermez kendisine.
İşte bunun için Resulullah (S.A.) bu akideyi bu şekilde insanlara takdim etmekle emrolunuyor. Evet bu şekilde... Her türlü süsten uzak olarak. Zira o süslenmek ihtiyacını hissetmez. Hem bunun gölgesine sığınanlar bilsinler ki dünya hâzinelerine sahip olmayacaklar. Dünyada bir makam ve rütbe de geçmiyecek ellerine. Ve takva duygusu olmadan insanlar arasında bir özelliğe de sahip bulunmuyacaklar. Zira vardıkları nokta, tercih ettikleri şey Allah’ın hidayetidir. Ve bu ise herşeyden üstün ve her zenginlikten yücedir:
«De ki: “Size, Allah’ın hâzineleri elimdedir veya gaybı bilirim demiyorum. Melek olduğumu da iddia etmiyorum. Ben, ancak bana vahyolunana uyuyorum.”»...
Hem bilsin onlar bu akideye sarılırken aydınlığa ve basireti* sarılıyorlar. Karanlıktan ve körlükten kurtuluyorlar:
GÖRENLE GÖRMEYEN BİR OLUR MU?
«De ki: “Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyormusunuz?”»...
Hem vahye uymak ve sadece onu kabullenmek hidayetin ve basiretin kendisidir. Bu hidayetten mahrum olanlar kendi halleı lav bırakılmış körlerdir... İşte bu âyetin kesin ve açık şekHde belirtmek istediği husus budur. Bu sahada beşer aklının durumu nasılda ' I • lâm düşüncesinde bu sualin cevabı gayet basit ve açıktır Allah 0 Taâlâ’nın insanoğluna sunduğu akıl hem İlâhî vahyi almaya ve hem de bu vahyin ifade ettiği manayı kavramaya muktedir bir şekilde yaratılmıştır. Zaten onun vazifesi de budur. Eline bir takım in nal lar verilerek nur ve hidayet imkânları sunulmuştur. Hiçblı taı afm dan bâtılın sirayet etmesi mümkün olmayan sağlam ölçülerle /ah turabt altına alınmıştır.
Şu kadar var ki beşer aklı kendi başına buyruk olur da vahyin emrinden uzaklaşırsa hiç şüphesiz sapıklık ve dalâletle yu/ yll/u gelecek, görüş noksanlığı belirecek, gerçeği farkedemiyeeek v< ku tü değerlendirmeye, yanlış idareye başvuracaktır. Bir keıe hıı hala lara düşmesinin asıl sebebi kendi yapısının tabiatında varılır Akıl, yapısı itibariyle mevcudatı bir kül halinde değil de parça parça ula rak müşahede eder. Tecrübe ede ede, hâdiselerle karşı İnşa kaışilaşa yüz yüze gele gele öğrenir. Ayrıca mevcudatı bir bütün olarak »mı mesi ve görüş ufkunu buna göre ayarlayarak mükemmel hükümlrı vermesi ve bu görüş tarzına uygun olarak dengeyi sağlayan ve mtıh levasını genişleten bir nizam koyması mümkün olamaz. Binaenaleyh akıl Allah’ın nizamından ve doğru yolundan ayrılınca tecrübe ha Ilıklıklarına dalar, değişik hükümlere ve değişik düzenlere baş viı rur. Fiillerle fiillerin karşılığı arasında bir intizam temin ödeme/ Sağa sola yalpalıyarak çöker kalır. Ve bu haliyle beşerin bütün aziz varlıklarını da yıkar. Yüce insanlık vasıtalarını da yok odeı Şayet akıl vahyin emrine uyarsa beşeriyet bütün bu şerlerden kın tulur. Tecrübe ve değişiklikler eşya ve madde âleminde aletim ve vasıtalar meyanında kalır. Esas itibariyle aklın müstakil olması gc
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder