25 Nisan 2016 Pazartesi

«Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Ki sizde onu ileride öğreneceksiniz»...

AKİDE
Bu bölüm geçen bahiste kesin olarak belirtilen mü’minlerle, mümin olmayanlar arasındaki kat’î ayrılığı kesin şekilde yerleştirmektedir. Hz. Peygamberin kavmi, Peygamberin hak olarak kendilerine getirdiği şeyleri yalanlamışlardı. Bu yüzden de peygamber İle kavminin arasındaki bütün bağlar kopmuş, çizgiler ayrılmıştı. Ayrıca peygamberin de onlardan kesin şekilde ayrılması emredilerek bundan sonra kendilerine vekil olmayacağını ilân etmesi bildirilmişti. Böylece peygamber onları mutlak şekilde gelecek olan Aklbetleri ile baş başa bırakıyordu. Hatta onlardan büsbütün kaçınması, onların meclislerine katılmaması, onlarla konuşmaması emrolunmuştu. Dinî mevzulara daldıklarını görünce, kendisi ile eğlenip alay ettiklerini anlayınca, dinî mevzularda takınılması gereken edebi ve hürmeti göstermeyince onlarla asla oturup konuşmaması emrolunmuştu. Bununla birlikte onları daima korkutup, hakikatları kendilerine tebliğ etmek, Allah'ın emir ve tebligatını hatırlatmak hususunda da dikkat gösterilmesi, ancak kendi kavmi olmalarına rağmen aralarında ayrılıkların bulunduğunu, onların bir başka fırka, kendilerinin bir başka fırka olduğunu, onların ayrı bir ümmet, kendilerinin de ayrı bir ümmet olduğunu belirtmesi bildirilmişti. islam’da; kavmiyet, cinsiyet, akrabalık ve aile bağları hiç bir zaman İçin esas alınmaz. Aslında insanlar arası münasebtleri tanzim eden veya tamamen çekip koparan yegâne unsur dindir. İnsanların üzerinde birleşmesi veya ayrılması söz konusu olan tek esas akide esasıdır Dinî esaslar mevcut olduğu zaman diğer münasebetlerin hepsi birlikte varlığını gösterir. Ancak dinî bağ kopunca bütün bağlar ve münasebetler varlığını kaybeder, yok olur.

işte âyeti kerîmenin seyri içinde gelen bu âyet dalgalarının kısa özeti bundan ibarettir.

66 — «Gerçek olduğu halde senin kavmin Kur’an’ı yalanladı. “Ben Üzerinize vekil değilim” de»...

Burada yer alan İlâhî hitap peygamber’e ve onun ardından da mü’minlere kalpleri huzura boğan bir emniyet ve güven hissi veriyor. Her ne kadar kavmi o Kur’an’ı yalanlaşa ve yalanlamasında İsrar etse de asıl güvenilecek nokta Hak’tır. Ve bu hususda kavmi-nin hiçbir hükmü yoktur. Zira kat’î söz Allah’ın sözüdür. Alluh’ü
Taâlâ ise bu Kur’an’ın Hakkın kendisi olduğunu beyan ediyor. Kav-minin yalanlamasının önemsiz olduğunu bildiriyor.

Sonra da Hak Taâlâ yüce Peygamberine kendi kavmindon ır/ak laşmasını, elini silkeleyip onlardan ayrılmasını ve bu kesin ayrılığı açıkça onlara söylemesini emrediyor. Ayrıca kendisinin onlara dair hiçbir şeye malik olmadığını Hakkı tebliğ ettikten sonra vekil olma veya bekçilik etme mevzuunda elinden birşey gelmeyeceğini, oıılıı rın kalplerini muhakkak şekilde hidayete erdirmekle mükollel "I madiğim —ki, zaten kalpleri hidayete getirmek Peygamber’ln vn zifesi değildir— uhdesinde bulunan hakikati tebliğ ettiği aıı kendisi ile onların arasında bulunan bütün meselelerin bittiğini ve bundan sonra onları kendi âkibetleri ile başbaşa bırakmaktan başlıa hiçbir şey yapamayacağını bildirmesini emrediyor. Zira hor haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Haber o zamana kadar gider ve biter... Ve işte o zaman ne olacağını anlarlar :

67 — «Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Ki  sizde onu ileride öğreneceksiniz»...

Bu kısacık tehditte bile kalpleri sarsan bir ifade tonu var.

Her haberin gerçekleşeceği bir zamanın bulunması, her gelenin belirli bir âkibete doğru gitmesi, Hakka güvenmenin bahşettiği bir huzur verir insana. Ne kadar şımarırsa şımarsın, batılın sonunu görmenin güveni vardır mü’minde. Mü’min güvenir ki, Allah’ü Taala belirli bir müddet içerisinde yalancıların belâsını verecektir Dâva adamları; kendi kavimleri tarafından tekzip edilmeleri karşınında, kendi akrabaları tarafından sertlikle karşılaşmaları anında, kendi aileleri arasında gurbetle yüzyüze gelmeleri, eziyet, şiddet, yorgunluk ve belâlarla karşılaşmaları anında Allah’a yönelmeye ve Allah'a bağlanmaya ne kadar da muhtaçtırlar... Şu Kur’an-ı Kerîm in gönüllere akıttığı sonsuz güven ve huzur havasına ne kadar da İhtiyaç hissederler.

Bu tebligat kendilerine ulaştıktan ve bu derece kesin şekilde tekzipleri ile karşılaştıktan sonra... Artık Rasulullah (S.A.) bundan sonra tebliğ ve hatırlatma dışında onlarla oturup konuşmamak mecburiyetindedir. 

Onların Allah’ın âyetlerine yakışan vakar içen sinde bu âyetleri incelemeye dalmadıklarını görünce, dini mevzu larda dine yakışan ciddiyet ve nczuket içerisinde konuşmadıklarım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder