15 Nisan 2016 Cuma

İnsan diye adlandırılan bu yaratık, hidayet ve dalâlete intibak edebilecek bir yaratılışa sahiptir. Bu iki vasıftan birine intibak etmesi kendi ihtiyarına bırakılmıştır. Allah hiç kimseye zulmetmez. Hidayeti isteyip o yolda gayret sarf edeni hidayete, bu yola arka çevirip direneni dalâlete ulaştırır.

yip kendilerine bu mühlet nimetini veren Allah’a şükretmekten acizdiler.

Kur’aa onların bu teklifleri üzerinde açıklamalar yaptıktan sonra; ekserisinin bu teklifin neticesini ve bu teklifin yerine geti-rilmemesindeki Allah’ın hikmetini bilmediklerini ilâve ederek, istenilen mucizeyi indirmeye Allah’ın elbette kadir olduğunu, fakat hikmetinin, indirilmemesini icab ettirdiğini, İlâhî rahmetinin onlara bir bela gelmesine mâni olduğunu beyan etmektedir.

«“O’na Rabbinden bambaşka bir âyet indirilseydi ya!” diyorlar. De ki: “Doğrusu Allah öyle bir mucizeyi indirmeye kadirdir.” Fakat çoğu bilmezler»...

Âyetlerin akışı, bu sefer daha başka ve güzel bir yoldan kalplerine sızmakta, çevrelerindeki mevcudatın hidayete rehberlik eden ve imana götüren hikmetlerini düşündürüp tefekkür ettirerek onların düşünce ve mülâhaza güçlerini uyandırmaktadır:

«Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitapta biz hiç bir şey’i eksik bırakmadık; sonra hepsi toplanıp Rablerine getirileceklerdir»...

İnsanlar şu kâinatta yalnız başlarına değillerdir. Var oluşları tesadüfle olmamış ve beyhude yaratılmamışlardır. Etraflarında şüphesiz muntazam yaratılışta canlılar vardır. Bunların herbirinin bir hikmete mebni yaratıldığını, üzerlerinde düşünüp tefekkür etmek gerektiğini, hepsinin bir hâlikı olup, bu düşünce ve hikmetle kâinatı yarattığını âyeti kerîme açık açık ifade etmektedir.

Yer yüzünde yürüyen bütün hayvanlar — haşereler, böcekler, sürüngenler ve omurgalı bütün canlılar... — Gök yüzünde uçan bütün kuşlar; —kuş ve haşarat cinsinden uçabilen her canlı... —Ve bu âlemde kendi özellikleriyle birer grup teşkil edip yaşamakta olan her cins mahlûkat; tıpkı insan topluluğu gibi birer topluluktan ibarettirler. Allah’ü Taâlâ’nın yarattığı mahlûklardan hiç biri O’nun şümullü inayeti ve ihata eden ilmi dışında kalamaz. Nihayette bütün mahlûklar Rablerinin huzuruna getirilecekler ve Allah istediği şekilde âkibetlerini tayin edecektir...

Şu kısacık âyet; — huyat ve mevcudatın hakikatim katiyyetle isbatladıktan başka Allah’ın sonsuz kontrol ve tedbir ufuklarını,
kâinatı ihata eden ilmini ve büyük kudretini tahtalaştırarak kalpleri titretmektedir.
«GÖLGELER» in hududunu aşmış olmamak için tekrar konuya dönüyoruz.1 Zaten buradaki esas maksad; Allah’ın kontrol vo tedbir ufuklarının sonsuzluğunu, her şeyi ihata eden ilminin azametini ve dönüp dolaşıp O’nun huzuruna çıkılacağını akıllara, kalplere yerleştirmektir. Dolayısıyla o muazzam hakikatların delâlet ettiği ve bir neslin görebileceği hârikulâde mucizelerden daha büyük olan O mana ve emirlere kalpleri ve akıllan yöneltmektir.

Şimdi, hidayet ve dalâletin gerisindeki Allah'ın irade ve nl-zamlanyla, bu her ikisinin de insan fıtratları üzerindeki yerlerini zikrederek bu bahsi bitirmeye çalışalım:

«Âyetlerimizi yalanlıyanlar, karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar»...

Bu sözler; daha önce geçen izahlardaki, «kulak verenlerin daveti kabul etmeleri, duymayanların ise ölü oldukları» hakikatının başka bir ifadeyle tekrarıdır. Mevcûdatın sahifelerine serpiştirilmiş olan Allah’ın bunca delil ve âyetleriyle O’nun Kur’an sahifelerindeki âyetlerini yalanlıyanlar; sadece kendi alıcı cihazları bozuk olduğu için yalanlamaktadırlar... Onlar şüphesiz sağırdırlar işitmezler, dilsizdirler konuşmazlar, karanlıklara boğulmuşlardır görmezler!.. Evet onlarm böyle olduğunda hiç şüphe yoktur. Şu kadar var ki, aslında gözleri de, kulakları da, dilleri de mevcuttur Ne yazık ki idrak ve anlayıştan mahrumdurlar. Eğer böyle olmasaydı bu âyetlerin tesir ve faydalarını kendilerinde görmek mümkün olurdu. Âyetlerden yüz çevirenlerin, fıtratı bozulmuş, hidayet üzere yaşamaya elverişli olmaktan çıkmış ve hayatın o yüksek seviyesine lâyık olma istidadını kaybetmiş olduğu muhakkaktır Bütün bunların gerisinde Allah'ın meşîyyeti gizlidir... İnsan diye adlandırılan bu yaratık, hidayet ve dalâlete intibak edebilecek bir yaratılışa sahiptir. Bu iki vasıftan birine intibak etmesi kendi ihtiyarına
bırakılmıştır. Allah hiç kimseye zulmetmez. Hidayeti isteyip o yolda gayret sarf edeni hidayete, bu yola arka çevirip direneni dalâlete ulaştırır. İki yoldan birinin seçilmesi Allah’ın takdir buyurduğu ezelî meşîyyet ile mümkündür. Her şey O’nun takdir ve iradesinin hudutları içinde cereyan etmektedir. Bununla beraber, âhirette hesaba çekilip ceza veya mükâfatla karşılanmak, kulun dünyadayken seçtiği yolun mahsulü olacaktır.

1 yorum:

  1. “Allah, dilediğini dalalette bırakır, dilediğini hidayete ulaştırır, mealindeki ayetleri Kur’an’ın Allah merkezli dil yapısına göre anlayıp yorumlamak gerekir. Kaldı ki Allah hidayet ve dalaletin hangi şartlarda gerçekleştiğini tekrar tekrar anlatmıştır.
    ***
    http://www.iktibasdergisi.com/kuranda-yesau-fiilerinin-anlami-ve-hidayet-ve-delaleti-allahin-vermesi/

    Şüphesiz ki Allah’ü Teâlâ’nın meşiyeti sübhaniyesi İnsanın varlığında hükmünü icra eder. Ve bu hüküm şöyle tecelli eder İnsan bünyesini karışık bir kabiliyette yaratır. Hem hidayete, hem de dalâlete müstait bir fıtratta halkeder. Bunun yanı sıra insan fıtratına tek bir rububiyet makamını anlayacak ve ona yönelecek olarak kabiliyetini de verir. Ayrıca dalâlet ve hidayeti ayırıcı aklı da İhsan eder. Buna ilâve olarak akıl ve diğer cihazlar atalete uğrayıp hidayet yerine dalâleti seçtiği takdirde uyarıcı mucizeler getiren Resulleri gönderir.
    ***
    http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/search?q=hidayeti+ve

    ***
    İşte bu ayetlerin hepsi, hidayet ve dalâlet işinin insana ait birer fiil olduğunu, mana ve mefhumlarıyla açıkça göstermektedir. İnsanın hem kendi nefsini hem de başkasını hidayet ve dalâlete sevk edebileceğini göstermektedir. İnsan gibi şeytanın da, dalâlet fiilini işleyebildiğini ayetlerden açıkça anlamak mümkündür. Hidayet ve dalâlet isnadı, hem insana hem de şeytana yapılmıştır. İnsan kendi nefsine hidayet ettiği gibi, kendi nefsini dalâlete sevk edebilir.

    İşte bu hidayet ve dalâletin, Allah'a nisbet edilişi doğrudan bir isnat olmayıp, hidayet ve dalâleti yaratması bakımından olduğunu gösteren bir karinedir. Bu konudaki ayetler bir araya getirilip, birbirine eklendiği ve şerî anlamlarıyla anlaşıldığı vakit, bu ayetlerin bambaşka bir anlam ortaya koyduğu görülür.
    ***
    http://namenstr8.blogspot.nl/2015/05/hidayet-ve-delalet.html
    ***

    YanıtlaSil