4 Mayıs 2016 Çarşamba

Aslında onlar Allah’ın kendilerini doğru yola sevketmesi İçin - bir cehd sarfetmiyorlar. İşte pek çok kimsenin bilmediği fitri gerçek budur... Sapıklığa dalanların, sapıklığa dalmalarına sebep olan şey onları doğru yola götürecek delil ve burhanların azlığı veya yokluğu değildir... Onları imana girmekten alıkoyan şey kalplerindeki fitııe, fıtratlarındaki uyuşukluk ve vicdanlarındaki paslılıktır. Hidayetin karşılığı ancak hidayete yönelenleredir. Allah yolunda cihad edenler ve hidayeti arayanlar, ancak hidayete lâyık olurlar...

Öyleyse müminler onları kendi hallerine terketsinler:

«Sonunda dönüşleri Rablerinedir. O, ne yapıyor idiyseler kendilerine haber verecektir»...

Mümine yaraşan edeb tavrı budur. Dinine bağlı, üzerinde bulunduğu hakikata son derece güvenen müminin terbiyesi bunu gerektirir. Kalb huzuruna ermiş, gereksiz şeylerle uğraşmayan müminden beklenen hareket budur. Onların ilâhlarına küfretmek onları hidayete erdirmediği gibi inatlarını artırmaktan başka birşeye de yaramaz. Öyleyse mümin bu nevi lüzumsuz hareketleri ne diye yapsın.

İşaretlerle dolu gece ve gündüzden ibret sahneleriyle meşbu, kâinat sayfalarını arzetmeye çalışan bahsin sonuna nihayet geldik. Bu hatime kendilerine bir mucize gelirse O’na mutlaka inanacaklarına dair bütün güçleri ile Allah’ü Taâlâ’ya yemin ettiklerini belirterek son buluyor. Bu mucize maddî harika cinsinden nasıl bir harika olursa olsun farketmez. Nitekim bazı müslümanlar onların bu yeminini duyunca Resulullah’dan, Rabbın’dan o istedikleri harikayı talep etmesini diliyorlardı. Burada müminlere karşı kesin ve katı emir varid olurken bu yalancıların yalancı fıtratları da beyan ediliyor...

109 — Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka O’na inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin ederler. De ki: "Ayetler ancak Allah’ın nezdindedir. Mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz?”

110 — İlkin buna îman etmedikleri şekilde onların kalblerini, gözlerini çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız.

111 — Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler onlarla konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine îman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.

Allah’ın varlıklar âlemine serpiştirilmiş olan âyetlerine inanmayan bir kalb. —Tabiî ki bu hayretlerle dolu Kitab-ı Mübîn’in belirttiği tarzda hayretengîz tevcihatlardan sonra— Allah’ın gerek nefislere, gerekse ufuklara yaymış olduğu delilleri kavrayıp Allah'a sığınıp O’na iltica etmeyen bir gönül... İşte bu gönül tamamen
değişmiş ve değiştirilmiş bir gönüldür. Onların evvel emirde inanmamalarına sebep olan şey; müslümanların bilmeyerek Resululluh’dan istedikleri mucizeyi getirmesine dair beyan ettikleri arzuları değildir. Harikayı gördükten sonra da inanacak değildirler. Çünkü/bu gönüllerdeki gerçekleri en iyi bilen Allah’tır. Ve Allah yalancıları, sapıklıklarında kendi başlarına bırakıp şaşkın şaşkın terkeder. Çünkü O, tekzib edenlerin hangi cezaya lâyık olduklarını en iyi bildiği gibi, onların Hak’ka dönmeyeceklerini de gayet iyi bilir. Şayet arzu ettikleri gibi mucizelerle melekler gelse onlar yine inanmayacaklar. Şayet diledikleri gibi ölüler kendileri ile konuşmalı dirilseler, onlar yine inanmayacaklar. Mevcudatta bulunan herşey dile gelse ve onları hakka ve imana davet etse, onlar yine kabullenmiyecekler. Allah dilemediği müddetçe hiçbir kimse iman edemez. Aslında onlar Allah’ın kendilerini doğru yola sevketmesi İçin - bir cehd sarfetmiyorlar. İşte pek çok kimsenin bilmediği fitri gerçek budur...

Sapıklığa dalanların, sapıklığa dalmalarına sebep olan şey onları doğru yola götürecek delil ve burhanların azlığı veya yokluğu değildir... Onları imana girmekten alıkoyan şey kalplerindeki fitııe, fıtratlarındaki uyuşukluk ve vicdanlarındaki paslılıktır. Hidayetin karşılığı ancak hidayete yönelenleredir. Allah yolunda cihad edenler ve hidayeti arayanlar, ancak hidayete lâyık olurlar...
YEDİNCİ CÜZÜN SONU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder