10 Nisan 2016 Pazar

«Allah’la beraber başka tanrılar bulunduğuna siz mi şahidlik ediyorsunuz? de. “Ben şehadet etmem” de. “O ancak tek bir Allah’tır. Doğrusu ben ortak koşmanızdan uzağım” de»...

Şu Kur’an-ı Mübîn insanlar arasında kime tebliğ edilirse anlayacağı bir dille, muhtevasını kavrayacağı bir lisanla kime ulaştırılırsa artık onun üzerine bir hüccet kâim olmuştur ve inzar hükmü tebliğ edilmiştir. Bu tebliğden sonra yalanlayanların üzerine azabı İlâhî Hak olmuştur. (Şu kadar var ki Kur’an’ın manasını anlamayı bir kenara bırakalım Kur’an dilini bilmeyenlerin üzerinde bu hüccet kâim değildir. Bunun günahı bu İlâhî şehadeti ihtiva eden Kur’an’ın muhtevasını onların anlayacağı bir lisanla kendilerine tebliğ etmemiş olan din adamlarına aittir. Tabii ki bu durum Kur’-an’ın muhtevası kendi dillerine çevrilmemiş olanlar için bahis mevzuudur)...

Onlara bu Kur’an-ı Mübîn’in ihtiva ettiği Hak Taâlâ’nın şehadeti açıklanınca bu şehadetin icabı ve gereği olan hususlar da bir meydan okuma ve Allah’ın şehadetinin dışında kalan ve ona aykırı şahidlerin şehadetini reddeder tarzda açıklanmaktadır. Ve Resulullah onlara açıkça ilân ediyor ki: Allah’dan başkalarının şehadetini reddetmekte ve kötülemektedir. Bunun dışında bazı hususları da açıklamakta ve takdir etmektedir. Ve Allah’ın mutlak vahdaniyetini ve yegâne ülûhiyetini açıklamaktadır. Bu konuda onlardan yolun başlangıcında ayrıldığını ve onların düştüğü şirk bataklığından uzaklarda bulunduğunu şiddet ve tekid siğasıyla ifade ediyor:

«Allah’la beraber başka tanrılar bulunduğuna siz mi şahidlik ediyorsunuz? de. “Ben şehadet etmem” de. “O ancak tek bir Allah’tır. Doğrusu ben ortak koşmanızdan uzağım” de»...

KISA BİR DURUŞ

Bunca bölümleri ve tesirleri ile birlikte Kur’an’ın şu âyeti kerimeleri kalpleri titretiyor ve insan ifade ve uslübünün yapması mümkün olmayan tesirler icra ediyor. O’nun kalbe atılışını ve akışını herhangi bir yorumla durdurmak istemiyorum ve bu konuda fazla birşey söylememeyi uygun buluyorum.

Şu kadar var ki bu bölümün ihtiva ettiği ve bunca âyet dalgalarının üzerinde cereyan ettiği ana dâva ile ilgili birkaç söz söylemek istiyorum. Şu Kur’an âyetlerinin açıklamaya çalıştığı ana dâva yani dost edinme, tevhid ve müşriklerle kesin şekilde ayrılma dâvası esas itibariyle bu dinin ana dâvasıdır. Ve bu dinin İhtiva ettiği en büyük hakikatlardan birisidir. Ve bugün hayatta bulunan mümin kitlenin bu Rabbani dersin karşısında uzun uzun durup dikkatle düşünmeleri gerekir... Bugün yeryüzünde yaşayan mümin kitlesi yeryüzünü boydan boya kaplamış olan bir cahiliyyet cemiyeti ile karşı karşıya bulunuyor. Tıpkı bu âyetlerin indiği sıralarda yaşayan mümin kitlenin karşı karşıya bulunduğu cahiliyyet gibi. Bugünün mümini bu âyetlerin ışığı altında kendi tutumunu belirtmek ve bu ışık huzmeleri altında yoluna devam etmek zorundadır bunun için de doğru yolu kesin şekilde öğrenebilmek için şu âyeti kerîmelerin karşısında uzun müddet durmalı ve dikkatlice dinlemelidir.

Zaman yine döndü dolaştı ve bu dinin beşeriyete ilk geldiği gündeki durumunu aldı... Beşeriyet de bu Kur’an-ı Mübin’in Rasullullaha indiği gündeki haline döndü... Allah’dan başka ilâh olmadığını ilân etme esasına dayalı olan İslâm’m geldiği gündeki durumuna... Hiç şüphesiz ki Allah’dan başka bir ilâhın bulunmaması prensibi İslâm’ın en büyük esasıdır. Hem de bu kelimei şehudetin manasını İran orduları baş komutanı R ü s t e m ’e islam orduları baş komutanının elçisi olarak gönderilen R e b i bin  Â m i r ’in anladığı şekilde anlamak ve ifade etmek şartı ile. İran orduları baş komutanı Rüstem, Rebî bin Amir 'e soruyor: «Sizi ta buralara kadar getiren ana sebep nedir?» Rebi cevap veriyor: «Bizi buralara kadar yüce Allah gönderdi Vazifemiz, dileyen insanları kula kulluktan kurtarıp tek başına Allah'a kulluk ettirmektir. Dünyanın dar sınırlarından alıp dünya ve ahiretin engin hudutlarına götürmektir. Muharref dinlerin zulmünden kurtarıp İslâm'ın adaletine teslim etmektir...» R e b i biliyordu ki gerek İran orduları baş komutanı Rüştem, gerekse onun kavmi 
K i s r a ’ya kâinatı yaratan bir ilâh olarak tapınımıyorlardı. Hatta bilinen tarzda ona ibadet de etmiyorlardı. Ne var kl bütün hükümlerini K i s r a ’nın emirlerinden alıyorlar. Ve bu manasıyla İslâm’ın kesin şekilde reddettiği ibadet vazifesini ifa ediyorlardı. İşte bunun için R ü s t e m ’e kulları kullara kul eden nizamları ve sistemleri yok edip Allah’ın ülûhiyetini hâkim kılmak. O’nun emir ve hükümlerine boyun eğdirmek, O’nun dinini kabullendirmek,için oraya kadar geldiklerini ve kullarını Allaha kul etmeye islamın adaletine teslim etmeye çalıştıklarını belirtiyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder