5 Nisan 2016 Salı

Halbuki kâinat değişmeyen kanunların mahkûmu olarak meydana gelmiş, bu âlemde bulunan herşey belirli ölçüler dahilinde hesaplı olarak tanzim edilmiştir. En basit aklî yapıya sahip olan bile bu ölçü ve hesabın birçok yönünü uzun bir düşünceden sonra kavrayıp farkedebilir.

Çünkü insan zihni ancak bu tarz bir düşünceyi kabule yanaşır. Şu halde B e r g s o n hangi mantığa dayanarak kâinatın mevcudiyetinden önce yokluğun söz konusu olmayacağını ispata yeltenmektedir. Aklî delillere mi? Hayır. Çünkü aklî deliller kendisinin de bildiği gibi kâinatın mvecudiyetinden önce bir yokluğun söz konusu olduğunu ileri süren düşünceyi kabullenmektedir. İlâhî bir vahye dayanarak mı? Kendisi zaten böyle bir iddia serdetmiyor. Her ne kadar B e r g s o n mistiklerin tahminlerinin her zaman bir ilâhın varlığını kabullendirici mahiyette ise de bizim de bu devamlı serdedilen tahminleri tasdik etmemiz icap etmektedir demektedir. (Yalnız B e r g s o n ’un sözünü ettiği ilâh İslâm’ın kabul ettiği Allah değil, sadece bunun yerini alan hayattır). Şu halde kâinatın varlığından önce bir yokluğun söz konusu olmayacağını iddia ederken kendi iddiasını ispat için dayanacağı üçüncü bir kaynak mevcut mudur? Biz bilmiyoruz.

Gerçek odur ki, mutlak şekilde kâinatı yoktan varetmiş olan bir yaratıcı mefkûresine sığınmaktan başka birşey gelmez elimizden. Mutlak şekilde kâinatın varlığına mücerret de olsa bir takım sebepler bulabilmek için bu düşünceye sarılmak icap eder. Fakat mücerret mana da bir varlığın söz konusu olmadığı hallerde durum nasıl olacaktır? Halbuki kâinat değişmeyen kanunların mahkûmu olarak meydana gelmiş, bu âlemde bulunan herşey belirli ölçüler dahilinde hesaplı olarak tanzim edilmiştir. En basit aklî yapıya sahip olan bile bu ölçü ve hesabın birçok yönünü uzun bir düşünceden sonra kavrayıp farkedebilir.1

Hayatın doğuşu meselesi de böyle. Madde teriminin ifade ettiği mana nasıl olursa olsun. Hatta madde ile ışık da kasdedilmiş olsa hayat problemi ile donuk madde arasındaki mesafe yüce bir yaratıcının varlığından başka bir yere iletmez insanı. Bu yaratıcı, kâinatı öyle bir tarzda yaratmış ki hem hayatın doğuşunu en uygun şekilde sağlamış, hem de hayatın doğuşundan sonra devamı için gerekli imkânları bahşetmiş. Özellikle insan hayatı mücerret hayat hadisesi olmaktan da öte fevkalade üstün vasıflar taşır. İnsanın aslı çamurdandır. Yani yeryüzünün ana maddesinden. İnsanın cinsi ile yeryüzünün cinsi aynı. Şu halde çok dikkatli bir irade lâzımdır kİ insanoğluna hayat bahşedebilsin ve onu kendi ihtiyar ve iradesi dahilinde İnsanî hususiyetlerle bezesin.

Allahsızların hayat hâdisesinin doğuşu hususunda ileri sürdükleri delillerin hepsi ve sarfettikleri gayretler tamamen boşa gllmlş* tir. Beşer aklı tarafından bizzat reddedilmiştir. Bu konuda okuduğum son yazar meşhur Amerikan filozofu Will D u r u n t Mu O da atomdaki hareket nevi ile — kendisinin ifadesine gön* atomıııı hareketi de bir nevi hayat şeklidir — canlı organizmada görülen hayat nevi arasında bir yaklaştırma yapmakta ve bunun atomdan mı şet etmiş olabileceğini gayretle savunmaktadır. Esasında bu çırpınış katı madde ile canlı hayat hâdisesi arasındaki büyük uçurumu kapatabilmek için sarfedilen ölü bir gayretin ifadesidir. Maksat hayatı ve ölümü vareden yüce Allah’ın kudretinden insanların ıııü« tağni olduğunu ispat etmek(!)...

Ne var ki bu ölü çırpmış ne Will Durant ’u blı fayda sağlayabilir, ne de materyalistlere... Zira şayet hayat dediğimiz ha dişe katı maddede gizli bulunan bir özellik ise kâinatta maddenin ötesinde irade sahibi başka bir kuvvetin mevcudiyeti «öz konusu değilse maddeye hayat hâdisesini veren kuvvet kimdir ve ııedlı ’ Niçin kâinattaki maddede bu hayat hususiyeti değişik şekillerde belirmektedir? Bir kısmında daha gelişmiş ve yüce şekilde, blı kısmında ise daha karışık ve grift tarzda? Hayat hâdisesi atomda sadece mücerret manada otomotik bir hareket halinde belirmek tedir. Yoksa, şuurlu bir hareket değildir. Sonra bitkisel huyutn bakıyoruz. O da tamamen uzvi bir yapıya sahip. Bilinen canlı varlıklara göz attığımız zaman hayat hâdisesinin biyolojik ş« kil de çok daha grift ve bileşik bir tarzda tecelli ettiğini görüyoruz î^u halde hayat unsurunu ihtiva eden —onların dediği gibi maddede birbirinden farklı hayat şekillerini ihtiva eden ana uıı
**********************
Uzun  müddet Allah adına kulların üzerine çöken kilisenin baskısından kaçanların bütün gayesi on sekizinci ve on dokuzuncu asırlar boyunca Allah'ı inkar etmekti. Bu kilise kaçkınları arasında "idealistler" adını verdiğimiz grup insan aklına Allah'ın bütün hususiyetini ve sıfatlarını vermek İçin çalışmışlardır. «Materyalistler» ise bütün bu vasıfları ve hususiyetleri tabiata maletmeye çalışmışlardır. Çünkü gerek bunların, gerekse onlrın bu varlık hadisesini açıklayabilmek İçin beşer takatinin fevkinde sığınabilecekleri başka bir faraziye mevcut değildi. Şu kadar var ki onlar kilisenin avucundan kurtulabilmek İçin onun dayandığı noktayı, Allah'ı inkar etmek istiyorlardı.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder