Allah’ın rahmetine karşı insanın ruhunda beliren bu güven; gönle sabır ve sebat doldurur, ümit ve arzu bahşeder, rahat ve huzur verir. Aslında bu güven duygusu sevimli bir şefkat kucağı mahiyetindedir. İnsan bu kucaktan kaçıp uzaklaşmak istemediği müddetçe huzur ve emniyet bulur.
Bu hakikati bu tarzda düşünmek müminin hissiyatında Allah’-dan haya duyma duygusunu harekete geçirir. Esas itibariyle bağışlanma arzusu ve merhamet duygusu bazı kimselerin sandığı gibi insanı günaha teşvik etmez. Sadece Allah’dan utanma duygusunu - harekete geçirir. Bunun için de bazı kimselerin dilinde dolaşan hilim sıfatının tadını tadmak için veya mağfiret ve rahmet sıfatının zevkine ermek için günaha irtikâb etme lâfını ve kanaatim bir türlü anlayıp kabul edemiyorum. Doğrusu bu tarz düşünce dürüst bir fıtrat mantığını ve İlâhî rahmete mukabele etmeyi ifade etmez.
Tıpkı bunun gibi bu hakikati bu tarzda düşünüp kavramak müminin ahlâkında çok kuvvetli tesirler icra eder. Ve mümin bilir ki; kendi günah ve hatalarına rağmen Allah’ın rahmeti onu her yönden kaplamıştır. Binaenaleyh Allah'ın ahlâkiyle ahlâklanmakla memurdur. Bütün bunlar ona nasıl merhamet edeceğini, nasıl bağışlayabileceğini ve nasıl affedebileceğini gösterir. Nitekim Rasulullah’ın bu ulu hakikata dayalı prensiplerden alınma emirlerini as önce görmüştük. Âyeti kerîmede belirtilen İlâhî rahmetin cereyan ettiği yerlerden birisi de şurasıdır : Şüphesiz ki Allah kıyamet gününde onları toplayacağını muhakkak yazmıştır :
«De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kimindir?”, “Allah’ındır” de. O, Rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır, and olsıın ki, sizi varlığı şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplayacaktır»...
İşte varlığı şüphe götürmeyen kıyamet günündeki toplanma da Allah’ın kendi üzerine aldığı rahmetler meyanındadıı O toplantı ki gerisinde Allah'ın kullarına karşı olan fazlu inayeti ayan beyan görülür. Gerçekten Allah kullarını bir gaye için yaratmıştır. Ve bir hedefe mebni olarak onları yeryüzüne halife yapmıştır. İnsanoğlu boş boşuna yaratılmamıştır. Ve hiçbir zaman da başıboş bırakılmamıştır. Onları kıyamet gününde toplayacaktır —o gün bütün yolcuların son durağına vardığı ve her şeyin bittiği en son noktanm vuku bulduğu gündür— ve onların mükâfatını kazançlarına uygun olarak verecektir. Dünya evinde yaptıkları şeyin ecrini karşılıksız ihsan edecektir. Hiç kimsenin hakkını ve alın terini kaybetmeyecektir. Kıyamet gününde herkesin hakkı yerli yerinde verilecektir... İşte bu dikkat ve itinada da Allah’ın kendi üzerine aldığı rahmetinin tecellileri açıkça beliriyor. Nitekim aynı rahmet günaha misliyle ceza verip de sevaba on misli veya daha fazlasıyla mukabele etmesindeki fazlı inayetinde ve dilediği kimselerden dilediği şeylerden vazgeçmesinde de tecelli ediyordu... Bütün bunlar rahmeti Rabbaniyenin sonsuz tecellilerinin ifadesi.
Allah’ü Taâlâ bu dini mübîni ihsan edip de arapları yüce İm «eviyeye çıkarmazdan önceki cahiliyet devrelerinde umumen uruplar kıyamet gününün varlığını kabul etmezlerdi. Onların durııınu tıpkı günümüzdeki modern ilim budalalarının düştüğü cahiliydin durumu gibidir. İşte bunun için ifadei celîlede yer alan tekiri alga.M hu derece şiddetle geliyor ki, yalanlayıcılann o yalanlamasına kııı gı koysun :
«And olsun ki sizi varlığı şüphe götürmeyen kıyamet güııümle lopluy araktır»...
Ve o gün dünya hayatında inanmamış olanlardan başkası lıüs • unu mahkûm olmayacaktır. Bir kısım kimseler ne birşeylorlni luıy budncekler, ne de kazanacaklar. Bir kısım kimseler de her şeylerini tamamen kaybetmiş olacaklar. Evvel emirde kendi kendilerini kay bdnılş olacaklar ve bir daha hiçbir şeyi kazanamıyacaklardır. De-fiil mi ki insan kendi kendisi için kazanmaktadır. Öyleyse kendi-»Inl kaybedince bir daha ne kazanabilir? Ve kimin için kazanu-hlllr?..
«HUıırnnu düşenler işte onlar inanmazlar»...
Mir kere onlar kendilerini kaybetmişlerdir. Artık onlar için limnun bir benlik buhis mevzuu değildir. Gerçekten de bu ifade
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder