10 Mayıs 2016 Salı

İnsan, ruhunda bu iman nuru yer edince, duygu ve hareketlerinde bir parlaklık müşahede eder. Zihninde, halinde ve durumunda bir rahatlık görür, yumuşaklık ve mülayemet hisseder. Gerek hadiselerle yüz yüze gelsin, gerek yüzleşmesin aynı duyguları duyar. Gerek başarsın, gerek başarmasın her iki haldede güven, yakîn ve huzur içinde bulur kendisini...

dinin çalışma metodundaki, inceliği, güzelliği ve tekamülü... O zaman bu din mücerred manada ibadetler, inançlar ve prensipler mecmuası halinde belirmez. O zaman bir plân, proje ve birbirine uygun tarzda birbiri içine girmiş bir tenasüh halinde tebellür eder. 

Canlı tarzda fıtrat ile uyuşan, fıtrat ile derin bir ülfet, sadakat ve kuvvetli bir bağ kuran sevgi ve anlayış içerisinde çalışan plânlı bir hareket olarak ortaya çıkar.

Ve işte o zaman insan, kalbinde bu nuru hisseder. Ona varlıkların gerçek yönü belirir. Hayatın, insanların esas mahiyeti, insanlar âleminde ve kâinat okyanusunda cereyan eden hadiselerin gerçek yönü gözükür. Ayrıca parlak ve canlı bir manzara halinde mahiyyeti ve neticesi muhkem bir nizam dahilinde cereyan eden Allah’ın kâinata koyduğu kanunlar tecelli eder... Bu âlemde cereyan kâinat kanunlarının gerisindeki Meşiyyeti Sübhanî ortaya çıkar. Esas kâinat kanunlarını faaliyete sevk eden bu engin meşiyyettir. Bütün bunların gerisinde de o engin meşiyyeti İlâhî yer alır. Ayrıca bu kanunlar çerçevesinde ortaya çıkan insan ve hadiselerin manzarasını da görür. Ve kendisi de aynı sahneler içinde yer alır.

İnsan, gönlünde bu iman nurunu hissedince her şeyi ve her proplemi açıkça müşahede eder. Kendi içinde bir açıklık ve rahatlık, niyet ve düşüncesinde, gizli, açık hareketlerinde bir aydınlık görür. Ayrıca kendisinin çevresinde yer alan âlemde rastlanılan İlâhî kanunlarda, insanların fiil ve hareketlerinde, gizli açık niyet ve hallerinde aydınlık görür. Hadiseleri ve günlük vakıaları hem kendi kafasında hem de realiteler âleminde sanki açık bir kitaptan okuyormuşcasına izah ve beyan eder.

İnsan, ruhunda bu iman nuru yer edince, duygu ve hareketlerinde bir parlaklık müşahede eder. Zihninde, halinde ve durumunda bir rahatlık görür, yumuşaklık ve mülayemet hisseder. Gerek hadiselerle yüz yüze gelsin, gerek yüzleşmesin aynı duyguları duyar. Gerek başarsın, gerek başarmasın her iki haldede güven, yakîn ve huzur içinde bulur kendisini...

İşte Kur’an’ın o engin ve İlâhî ifade kudreti, o biricik gerçeği, ilhamlarla dolu tesirleri ile birlikte böyle tasvir ediyor:

«Ölü iken kendisini diriltiğimiz, ona insanların arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse, içinden çıkamaz halde karanlıklarda kalan kişi gibi olur mu hiç?»

Bu din gelmezden önce böyleydi işte müslümanlar... Ruhlarına iman nefhası üfürülüp te dirilmeden önce... Benliklerine bunca canlılık hareket ve yücelme kudreti bahşedilmeden evvel onların da kalbleri ölü idi... Ruhları karanlıklarla kaplıydı...

Sonra kalblerine birden bir iman nefhası üfürüldiı de mıı» lanıverdiler. Ve bir iman meşalesi alevlendi ruhlarında. İhı m<V ale her tarafı aydınlatmağa başladı. İnsanlar bu aydınlıkla dala letten dönüp hidayete geldiler... yol kaçkınları bu nur ile gmçı »:• buldular... Korkaklar bu nur ile emniyete ulaştılar. Küleleı bu aydınlık sayesinde hürriyetlerini elde ettiler... Beşeriyete aydınlık ufukların işaretleri bu nur ile görünüverdi... Ve işte boylere yeryüzünde yeni bir insanın doğuşu başlamış oldu... İlân edilen gerçek bu doğuş idi. Hür ve aydın insanın doğuşu,. Kullaıa Kul "I maktan kurtulup kulların yaradanına kul olan insanın doğuyu

Allah’ın ruhuna hayat nefhası verdiği, kalbine nuı ıımnııını nı boşalttığı kimse... ile karanlıklara boğulmuş, kurtulıı,. Ümidini yitirmiş kimse... bir olur mu?...

Ayrı ayrı iki dünyadır bunlar... Aralarında büyük hır K1111K hu vardır.


İşte asıl sır... Küfrü, karanlığı ve ölümü süsleyen, güzel gözteren şeyler var ortada. Evvel emirde insana bunları güzel gözteren şey meşiyyeti İlâhî. Çünkü insana nuru ve karanlığı sevme duygusunu veren o irade. Karanlık ve nur ile tecrübe ediyor insanları. Kişi kendi iradesi ile karanlığı seçerse ona bu karanlık hoş gösteriliyor. Ve dalâlete dalarak bir daha karanlıktan kolay kolay, kurtulup çıkamıyor. Sonra hem insanlardan, hem de cinlerden bir takım şeytanlar var ki bunlar da insanı aldatmak için cazib şeyler fısıldıyorlar. Kâfirlere yaptıkları şeyleri güzel ve parlak gözteriyorlar. Hayattan, imandan ve nurdan kopmuş kalbler, karanlıklardan başka bir şeye kulak vermezler. O derin karanlık ummanında dalâlet ile hidayeti ayırd edemezler. Hisleri yoktur onların, göremezler... İşte büylece güzel göründü kendilerine kâfirlerin yaptıkları şeyler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder