6 Nisan 2016 Çarşamba

De ki: yeryüzünde yerleşenler, gezenler, meleklerden olsalardı, onlara semadan, melek bir peyğamber gönderirdik»..

De ki: yeryüzünde yerleşenler, gezenler, meleklerden olsalardı, onlara semadan, melek bir peyğamber gönderirdik»...1

Bu gibi istekler dikkatle araştırıldığı zaman ortadaki inatçılık ve cehalet açıkça görülür. Yoksa onlar Allah Resulünün huyunu, hayatını, uzun bir müddetten beri müşahede etmişler ve gayet iyi biliyorlardı. Hayatının her saniyesi onun sadakatına ve eminliliğine delildi. Kendileri değil miydi ona emin lâkabını veren? O peygamberle en şiddetli muhalefete düştükleri sırada bile emanetlerini onun yanına koymuyorlar mıydı? Rasulullah (S.A.) hicret esnasında bile amcazadesi A 1 i (R.A.) yı M e k k e ’de bırakmış ve kendi yanında bulunan emanetleri Kureyşlilere iade etmesini bildirmişti. Halbuki Kureyşlilerle arasında o derece büyük bir ayrılık vardı ki onlar kendisini öldürmeyi plânlıyorlardı. Peygamberin doğruluğu da emînliği kadar herkes tarafından kabul edilmişti. Zira Rasulullah (S.A.) ilk defa onları toplu olarak İslâm’a davet ettiği zaman İlâhî emre mebnî olarak Safa tepesinde Hakka çağırmıştı. Ve sormuştu kendilerine. «Şayet şu tepenin arkasında bir ordunun geldiğini haber versem benim söylediklerimin doğru olduğunu kabul eder misiniz?» dediğinde hep birden «şüphesiz sen doğru söyleyenlerdensin» diye karşılık vermişlerdi. Şayet onlar peygamberin söylediklerinde doğru olup olmadığını öğrenmek istiyor İdiyseler, peygamberin mazisi bu doğruluğun açık bir delili idi. Onlar da bunu çok iyi biliyorlardı. Nitekim bu sûrenin seyri, içerisinde Allah’ın peygamberine sadık haberi gelecek ve onların bilgindik sebebi ile tekzip etmedikleri açıklanacaktır: «Biliyoruz, onların söyledikleri seni gerçekten ürkütüyor. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Ancak zalimler Allah’ın âyetleri karşısında direniyorlar»... Şu halde onların gayesi inkârda direnmek hakikattan yüz çevirmektir. Onlar bir inat ve gurur içerisindedirler. Esas itibariyle Rasulullah’ın sadakatından şüphelenmiş değiller.

Hem bu Kur’an

I İnin H9-96,
Sûre : 6 En’am Sûresi

FÎZILAL-IL KUR’AN

91

Allah nezdinden gelmiş olduğunun açık bir şahidi idi. Ve onlar açıkça Allah’ı inkâr etmiyorlardı. Ayrıca da Kur’an’m bu hususiyetini onlar hem hissediyor, hem de biliyorlardı. Edebî ve lugavî yönden Kur’an’m ulaştığı zirvenin beşer takatinin fevkinde olduğunu hissen biliyorlardı. Bu ihsası; söz söyleme sanatına sahip edebî zevke ermiş kimseler bu zevkten nasibini almamış olanlardan çok daha iyi farkederler. Söz söyleme sanatını bilenler, açıkça görürler ki Kur’an’m ulaştığı belagat beşer takatinin çok üstündedir. Bu gerçeği ancak kendi ruhunda hakikatları görmüş olup da sonra gizleyen inatçılardan başka hiç kimse inkâr etmez. Bunun yanısıra Kur’an’m itikad ve düşünce ile ve bu itikad ve düşüncenin beşer idrakinde yer etmesi için takip ettiği metodla muhtelif tesirler ve ilhamlar bahşeden temasları ile muhtevasının beşer düşüncesinin ve beşerî sistemlerin tabiatında rastlanmayan çok üstün seviyede olduğunu, insanın ruhî isteklerinin beşerî üslûp bakımından ifade edilişindeki metodunun fevkaladeliğini de biliyorlardı. Bu duygunun Arap'ların ruhlarında yer etmiş olduğunu kimse gizlemiyordu. Bu konuda söyledikleri sözler ve ifadeler onların kendi iç âlemlerinde bu Kur’an’m Allah nezdinden gelmiş olduğu hususunda şüpheye düşmediklerini belirtmektedir.

Böylece açığa çıkıyor ki onların bu istekleri bir burhan talep etmek sadedinde değildi. Aksine bir inat sebebi olsun diye bu lıı tekleri ileri sürüyorlardı. Ayrıca küfürde direnmenin ifadesi, donu» gojinin ve inatçılığın belirtisi mahiyetinde idi. Halbuki Huk TaAlA bir önceki âyeti kerîmede onların durumunu gayet güzel beyan etmişti: «Sana kitabı kâğıtta yazılı olarak indirmiş olsak vc elleriyle ona dokunsalar dahi inkâr edenler yine de “bu apaçık bir büyüdür” derlerdi»...

2 — Araplar meleklerin nasıl bir varlık olduklarını biliyorlardı. Bununla birlikte Allah’ın Resulü ile beraber bir melek göndermesini, bu meleğin peygamberle birlikte Hakka dâvet etmesini ve peygamberi tasdik etmesini istiyorlardı. Ne var ki meleklerin esas fıtratı ile alâkalı bilgileri yoktu. Zaten onu Allah’tan başka kimse bilmez. Bunun için de melek denilen yaratıkların durumu konusunda bir yığın bataklıklara dalıyor, meleklerin Allah ile olan alâkaları, dünya ve dünya ehli olan ilgileri hususunda sapık düşünce-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder