«Abdülaziz oğlu Ali, Haccac ’tan, o da H a m-rn a d ’dan, o da Zeyd oğlu Ali ’den, o da Yusuf bin Mihren ’den, o da İbni Abbas ’tan nakletti. İ b n i A b-b a s dedi ki: En’âm sûresi M e k k e ’de ve bir gecede tüm olarak indi. Yetmiş bin melek etrafında teşbih çekiyorlardı»...
Bu son iki rivayet bazı âyetlerinin M e d in e ’de inmiş olduğunu belirten kavillerden daha kuvvetlidir. Bu da daha önce ar-zettiğimiz gibi âyetlerin tahliline dayanmaktadır.
Vakıa, sûre-i celîlenin akışı birbiriyle alakalı olması, birbiri içine girmiş bulunması ve fırlarcasına atılışı ile insan kalbine bu sûrenin kaynağından fışkıran bir nehir veya hiç bir mania ve engel tanımadan önüne gelen her şeyi devirip giden bir sel olduğu, duygusunu veriyor. Zaten sûrenin yapısı tamamen bu rivayeti tasdik eder mahiyettedir. Veya en azından bu rivayeti tercih ettirici vasıftadır.
*
DALGA DALGA AKAN NEHİR
Bu sûre-i celîlenin ana mevzuuna ve umumî karakterine gelince, giriş kısmmda kısaca bu konuya temas etmiştik. Ama bu açıklama kısmında biraz daha tafsilatlı bilgi vermemiz yerinde olacaktır.
Ebubekir ibni Mürdeveyh bir isnad ile Enes ibni Malik’ten rivayet ediyor. Efendimiz (S.A.) buyurdu : «Sûrei i'ln’am nazil olurken birlikte de meleklerden bir kafile inmiş doğu ile batının arasım tutmuştu. Teşbih avazları yükseliyordu. Sanki yeryüzü onlarla tiril tiril titriyordu.» Ve Allah'ın Resulü şöyle buyuruyordu: «Teşbih ederim Ulu Allah’a, teşbih ederim Ulu Allah’a.»...
Bu kafilenin, bu titreyişin ışıkları sûre-i celîlenin içinde açık açık görülmektedir... Sûre zaten bir kafile şeklindedir. Nefisleri titreten, kâinatı titreten bir kafile... Bir yığın ilhamlar, duygular, tesirler, sahneler ve manzaralar ile dolup taşmaktadır... Daha önce de söylediğimiz gibi bu duygular, bu sahneler, bu tesirler, bu ifade tonları ile,, bu kaynaktan fışkırmış gibi gelen akışı ile sûre-i n İlle; birbirini takib eden dalgalarıyla ana kaynağından coşup fır-
layan bir nehrin akışını andırmaktadır. Bir dalga yerinden fırla yıp daha kayb olmamışken hemen arkasından bir dalga daha geil yor, ona ulaşıyor. Birleşen dalgalar muttasıl akan nehrin yatağın» da uzanıp gidiyor.
Bu sûrenin üzerinde durduğu ana mevzu da aynı şekilde mut taşıl birbirine ulanıp gidiyor. Sûreyi ayrı ayrı bölümleri' ayırmak imkânsızdır. Çünkü her bölüm o ana mevzuun bir tarafım alılalı yor. Bu bölümlerin her birisi aslında birer dalgadan ibarettir llm dalga kendisinden önce gelen dalgayla birleşiyor ve bir ûhenk I«;Iıı de akıp gidiyor.
Bunun için biz bu kısa özet içinde sûrenin ihtiva ettiği bolum leri uzun uzadıya anlatamıyacağız. Sadece birbiri peşisıra gelen bıı dalgalardan bazı örnekler sunacağız ve bunlarla yetineceğiz
Sûre-i celîle ortada Allah'ın birliğine dair yığınla mı delilim varken Allah’a şirk koşanları çevrelerinde bulunan delilinle yU» yüze getirerek başlıyor. Gerek engin ufuklarda, gerekse kemli im fişlerindeki tevhid delillerini sıralıyor. Hem bütün varlıklar Alemi ni kaplıyan, hém de kendi varlıklarını kuşatan engin dokunııglaı ıb>
açıklığa kavuşan Ulûhiyyetin hakikati ile yüz yüze getiri, ula
rı. Üç âyetlik bir temas içinde en son derinlik ve genişlik ile \ m lığa dair resimler çizerek işe başlıyor:
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var
eden Allah’a mahsustur. Öyle iken, Hakkı tanımayanlar bunların kendilerini yaratana denk tutuyorlar.
O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O’nun katındadır; sonra bir de şüphe edersiniz.
O, göklerde de, yerde de Allah’tır. Sizin içinizi de içinizide dışınızı da ne kazanacağınızı da bilir...
Bu üç âyetten birincisi bütün kâinatm varlığının hakikatim açıklıyor. İkinci âyette ise insanm varlığı üzerinde durulmııktadıı Üçüncü ise hem insanın, hem de kâinatın varlığı ile birlikle ulûlılv yet mevzuunu ihtiva ediyor.
Ne icaz! Ne üstünlük! Ne şümûliyyet! Ne büyük ihata ve fev külûdelik!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder