Âyeti kerîmede geçen « » kelimesi arap dilinde cahiliyet devrindeki insanların putperest ve müşrik inançlarına göre Allah’ın kanunlarını ve takdirini anlayabilmek için önceden baş vurulan bir metodun ifadesi idi. Bir cahiliyet devri arabı herhangi bir mevzuda hareket etmek istediği zaman bir kuş yuvasına gelir ve kuşları ürkütürdü. Yuvadan kalkan kuş eğer sağ tarafından uçarsa — ki buna «sânih» denirdi — bunu kendisi için mutluluk sayar ve yapmak istediği şeyi yapardı. Şayet kuş sol tarafından uçarsa — ki buna «bârih» denirdi— bunu kendisi için uğursuzluk sayar ve yapmaktan vazgeçerdi. İslâm gelince işte bu hurafeye dayanan düşünce tarzını kökünden yıktı attı ve onun yerine İlmî düşünceyi yerleştirdi. —Ama sağlam İlmî düşünceyi—. Ve bütün işleri Allah’ın değişmez kanunlarına irca etti. Tahakkuk eden her hususun bu kanunlara uygun olarak ve İlâhî takdire göre tahakkuk ettiğini belirtti. Meseleleri insanın niyetinin, amelinin, hareketinin ve çalışmasının tamamen hesaba katıldığı İlmî esaslara dayandırdı. Ve her şeyi engin İlâhî iradenin hudutları dahilinde ve kâinatı ihata eden geçerli takdirin çerçevesi içerisinde en doğru yerine yerleştirdi :
«Azabı — nasıl olsa sonuna gelecekleri — bir müddet için üzerlerinden kaldırınca hemen sözlerinden cayıyorlardı»...
Ââyeti kerîmenin seyri bütün âyetleri aynı hizada topluyor ve hepsinin sanki bir anda gelmiş olduğunu hissetiriyor. Sanki bu cayma hareketi onların hepsinde bir kerede vuku bulmuş gibi. Bunun böyle ifade edilmesindeki esaslı unsur şudur: Aslında bütün tecrübeler aynı neticeye varır. İşte bu ifade tarzı Kur’an’m kıssaları sunuş metoduna uygun özelliklerden birisidir. Kur’an, kıssaları anlatırken birbirine benzedikleri için başlangıçların hepsini birleştirir. Neticeleri de aynı birlik içerisinde sunar. Zira hakikatlara karşı kapanmış ve paslanmış bir kalp çeşitli tecrübeleri alırken tek bir tecrübe imiş gibi kabul eder. Onlardan faydalanma yolunu aramaz, ibret unsurlarım bulmaz.
Fakat bu işaretlerin hepsi ne şekilde vuku bulmuştur? Bu ko nuda Kur’an’ın âyetlerinden başka bir kaynak yok elimizde Su hih hadislerde de bu konuda Rasulullah’a kadar ulaşan herhangi bir rivâyete rastlamadık. Biz bu «Gölgeler ’deki» metodumu zu uygun olarak bu gibi konularda Kur’an âyetlerinin hududu İçe risinde kalıyoruz. Çünkü biz bu kitabımızda Kur’an ve sahili hu dişlerinin dışında başka yollara baş vurmuyoruz. Bunun sebebi t|n aslı esası olmayan rivâyetlere, kavillere ve İsrailiyat hurafelerine dalmamaktır. Ama maalesef bütün bunlar eski tefsirlerimize sızmışlardır. Öyle ki klâsik müfessirlerimizden hiç birisi bu sızıntılardan kendisini kurtaramamıştır. Hatta kıymetinin ağırlığına rağmen büyük tefsir İmamı İbni Ceriri Taberi, değerinin büyüklüğüne rağmen İbni Kesir tefsirleri bile bu tehlikeli ve önemli konudann kendilerini bütünüyle kurtaramamışlardır.
Bu âyetler hususunda gerek İbni A b b u s 'tlıııı, «•’» **• S »id bin Cübeyr ’den, gerek Kata d e Men, y.‘ mI* m*
I I» n i İ s h a k ’dan muhtelif rivayetler varid olmuştur Mı ıı I ('eriri Taberî hem tarihinde, hem de tefsirinde hıı ıU a yelleri serdeder. İşte onlardan birisi:
Bize İbni Humeyd, ona Yakub el-Kummî, onıı Cııfet bin l\ln ftire, ona Said bin Cübeyr anlatmış. Said bin Ciibe.vr det İn
llz. Musa Fir’avn’ın yanma geldigi zımnin mıu d. <lı İn «isruiloğullarını benimle birlikte salıver» Ftr’nvıı İnimi yuıınıudı, Itıınun üzerine Allah’ü Teâlâ onlara tufan gönderdi. Tulniıu l«u|»ı lıııea bunun bir azap olmasından korktular ve Miinii peyguııı-bere şöyle dediler :
ltubbına duâ et de bize yardım etsin, üzerimizden şu yağının ıı luddırsın, biz de sana inananlım ve İsrailoğullarını seninle blı 111«(e salıverelim. Musa Rabbine duâ etti. Ama onlar iuumuudılnı İNiuilogııllarını da onunla birlikte salmadılar. Bunun üzerine o se ne duba önce eşine rastlamadıkları bir ekin yetişti turluluruıdu Meyveleri ve otlakları son derece fazla oldu. Bunun üzerine onluı ••işte bizim arzu ettiğimiz de buydu» dediler. Allab’ü Teâlâ d» ou lurın üzerine çekirgeler yolladı. Ekinlere musullut etti. Çekirgenlı (esirini görünce, ekinlerin biç kalmayaeağını anladılar ve dedıl* ı ki ; «Ey M u s a Kalıbına duâ et de üzurimizdcıı şu çekirgeyi kul
İslâm gelince işte bu hurafeye dayanan düşünce tarzını kökünden yıktı attı ve onun yerine İlmî düşünceyi yerleştirdi. —Ama sağlam İlmî düşünceyi—. Ve bütün işleri Allah’ın değişmez kanunlarına irca etti. Tahakkuk eden her hususun bu kanunlara uygun olarak ve İlâhî takdire göre tahakkuk ettiğini belirtti. Meseleleri insanın niyetinin, amelinin, hareketinin ve çalışmasının tamamen hesaba katıldığı İlmî esaslara dayandırdı. Ve her şeyi engin İlâhî iradenin hudutları dahilinde ve kâinatı ihata eden geçerli takdirin çerçevesi içerisinde en doğru yerine yerleştirdi :
YanıtlaSil***
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=325440034574071&id=100013242319421&pnref=story
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=325394964578578&id=100013242319421&pnref=story
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=324786274639447&id=100013242319421&pnref=story
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=319668245151250&id=100013242319421&pnref=story