Gün be gün insanlar bu kâinatın tabiatına ve bu kâinata hükmünü geçiren kanunların mahiyetinin birliğine dair bir takım vahdet kanunlarının bazı noktalarını keşfediyorlar. Şu kadar var ki bu kanunlar kati bir otomatizm şeklinde değildir. Her şey Allah’ın engin takdiriyle sürekli olarak meydana gelmekte ve O’nun hudutsuz meşiyetine uygun olarak yenilenmektedir. Yalnız biz beşerin tahminlere dayanan bilgisinin meydana çıkardığı keşiflere tamamen güveniyor değiliz. Zira beşerî vasıtalarla elde edilmiş olduğundan dolayı bu bilgiler hiç bir zaman yakınî bir hüküm ifade etmezler. Bu kanunu belirtirken o tahminlere dayalı bilgilere asla itimat etmiyoruz. Sadece mücerred bir uygunluk dolayısıyla onuda yanı sıra zikrediyoruz. Bizim ne türlü olursa olsun her hangi bir kâinat gerçeği ile ilgili hükümlerimizde ilk dayanağımız bilgi sahibi yaradanm yaratıkları ile ilgili konularda tahrir etmiş olduğu malûmattır. Kur’an-ı Kerîm şüpheye mahal bırakmadan bu kâinata hükmeden kanunların vahdet kanunları olduğunu ve bunları da bir tek yaradanm kendi meşiyetine göre yarattığını açıkça bildirmektedir. Ayrıca Kur’an bu kâinatın Rabbmın emrine kulluk ettiğini, vahdaniyetini kabullendiğini, Allah’ın bilip de bize bildirdiğinden fazla bizim bilmediğimiz sadece nizam ve intizamında seyit ve uygunluğunda eserlerini müşahede ettiğimiz keyfiyet dalı i ünde ona kulluk vazifesini ifa ettiğini şüpheye mahal bırakmıya-cak şekilde beyan etmektedir...
Allah’ın engin meşiyetine uygun olarak bir takdir dahilinde devamlı yenilenen ve sürekli olarak cereyan eden bütünüyle kâinata hâkim bu kanun bu kâinatın bir parçası olması sıfatıyla insanın bünyesinde de seyrini devam ettirmektedir. İnsan fıtratında istikrarlı olarak yer etmektedir. Onu hissen anlayabilmek için akılla ilgili bir duyguya ihtiyaç yoktur. Bu kanun fıtrat yoluyla idrak edilmektedir. Fıtratın temelinde yerleşmiş bulunmaktadır. İnsan fıtratı bizzat onu anlar, herhangi bir bozukluk ve sapıklığa duçar olmamışsa ona uygun olarak hareketlerini tanzim eder. Aksi takdirde bizzat onu idrak etmekten de uzaklaşır, fıtratın içinde ınevcut olan dahili kanunlara uygun olarak yürüyeceğine, hareketlerini gelip geçici arzuların ve heveslerin akışına bırakır.
Bizzat bu kanun bile insanın fıtratı ile yaratanı arasında akdedilmiş olan bir anlaşmayı ifade eder. Bu anlaşma insanın benliğine tevdi edilmiştir. İlk doğuşundan beri insanın canlı her hücresine bu anlaşmanın şartları emanet edilmiştir. Zaten bu anlaşma peygamberlerden ve peygamberlik müessesesinden çok eskilere gider. Ve bu anlaşma gereğince insan bünyesinde mevcut olan her hücre yegâne irade sahibi, yalnız başına âlemlerin Rabbl olan Allah’ın rububiyetine şehadet eder. Varlıklara hükmeden ve onları tasarrufu altına alan Allah’ın rububiyetine... Gerek lisanı hal ile olsun, gerekse lisanı kal ile olsun, fıtratın verdiği ahid ve hadufci ten sonra başka bir hüccete lüzum yoktur. Bir ferdin kalkıp da A|ı lah’ın insanı tevhid akidesine götüren kitabından haberdar "ima dığını söylemesi ve bu tevhide davet eden risaletlori hlhııedlfllMİ iddia etmesi hiçbir mesnede dayanmaz. «Ben bu varlıklar alemini çıkınca atalarımın şirke taptıklarını gördüm, binaenaleyh hnnltn önümde tevhid akidesini bilmek için hiçbir vasıta yoktur, alaltıı ilil dalâlete düştükleri için ben de dalâlete düştüm, dolayı e, la a al mesuller onlardır, benim hiçbir sorumluluğum yoklııı ■■ di nini lılçd bir mana ifade etmez. Bunun içindir ki o şehadel d.alo no ı .1 iU o bu hüküm geliyor :
«Bu; onların kıyamet günü: “Bizim ikrardan haberimiz yoktur” yahut “bizden evvel analarımız, babalarımız Allah'a ortak koşmuşlar, biz ise onlardan sonra gelen zürriyetiz, o halde bizi batıl işleyen ve haksızlık edenler uğruna helak mi edeceksin?" dememeleri içindir»...
Şu kadar var ki Allah’ü Teâlâ kullarına merhametinden dolayı... Kullarının sapıtıldığı takdirde sapıtacak kabiliyette olduklarını, kendi fıtratlarının her zaman için saptırıcı faktörlerle maruz kalacağını bildiğinden ötürü —nitekim Resulullah (S.A.) beşer bünyesindeki zaaf noktalarına dayanan cinlerden ve insanlardan şeytanların yaptıklarını zikretmiştir— evet kullarına merhametinden dolayı onları bu fıtrî ahde göre hesaba çekmemeyi takdir etmiş, kendilerine verdiği akıl ölçüsü İle temyiz kabiliyetine sahip
YanıtlaSil2017***İNSANLIK AKİDESİNİN ÖLÇÜMÜ***
SINIRLI OLAN SINIRSIZI KAPSAMAZ.KAİDE.ÖLÇÜ
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=287802078337867&id=100013242319421
http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.html
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=296525450798863&id=100013242319421&pnref=story
***
Düşünmek farzdır.28**31 arası .inek .cennet .burun.dil.
http://www.dailymotion.com/video/x5c30sp_hayvanlar-dusunmez-dusunmek-farzdir_animals
http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.html
***
Tefekkürün meyvesine gelince, ilimler, haller ve amellerdir. Fakat özel meyvesi ilimdir. Evet! İlim kalpte hâsıl olunca, kalbin durumu değişir. Kalbin durumu değişince azaların amelleri de değişir. Bu bakımdan amel, hâle tâbidir. Hâl de ilme, ilim de tefekküre tâbidir. Öyleyse tefekkür, hem başlangıç hem de bütün hayırların anahtarıdır.
İşte tefekkürün faziletinden sonra beliren budur. Anlaşıldı ki tefekkür, hem zikirden, hem de tezkîrden daha üstündür. Çünkü tefekkür hem zikirdir, hem de fazlalık! Üstelik kalbin zikri, azaların amelinden daha hayırlıdır. Amelin içinde zikir bulunduğu için amel daha şereflidir. Madem ki durum budur, tefekkür bütün amellerden daha üstündür ve şöyle denilmiştir: ‘Bir saat tefekkür bir senelik ibadetten daha hayırlıdır’.
***
AKIL
1- Madde veya vakıa
2- Sağlıklı beyin
3- His
4- Ön bilgiler
Buna göre akıl, düşünce veya idrak; vakıayı hissetme olgusunun duyu organları vasıtasıyla beyne taşınması ve beynin bu vakıayı ön bilgilerle yorumlamasıdır.
http://islamdevleti.info/kitaplar/Tefekkur/index.htm
https://akilvefikir.org/2017/04/06/tefekkur-butun-amellerden-daha-ustundur/
http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/rasidi-hilafet-istiyorum-kaideler-ve.html