«Azken, Allah’ın sizi çoğalttığını hatırlayın»
Daha önce bozguncuların uğradığı felâketi hatırlatarak onları korkutuyordu:
«Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bakın» diyor ve;
Onlardan insaflı olmalarını istiyordu. Allah’ın hidayete erdirdiği mü’minleri fesada sürüklememelerini, rastgele yollarda önlerine çıkmamalarını, çeşitli vesilelerle onları tehdit etmekten vazgeçmelerini talep ediyordu. Şayet kendileri mü’minlerin safına geçmeyeceklerse, iki grup arasında tecelli edecek olan hükmü İlâhiyi beklemelerini tavsiye ediyordu:
«İçinizde madem ki benimle gönderilene inanan bir topluluk ve inanmayan bir topluluk var, o halde Allah’ın aramızda hükmünü bildirmesine kadar sabredin, Allah hükmedenlerin en iyisidir»...
Onları tatbike davet eylediği prensip çok âdilâne idi. Bu, son nokta idi. Burada durmuştu. Artık tek bir adım bile gerileyemezdi. Sulh içinde bir arada yaşama ve bekleme noktasıydı bu. Hükmedenlerin en iyisi olan Allah’ın hükmü tecelli edinceye kadar herkes kabullendiği din ile başbaşa kalacaktı.
Ne var ki bâtıl, yeryüzünde îmandan eser bulunmasına ve bunun bir grup insanlar tarafından temsil edilmesine razı olamazdı. Herkes bâtılı kucaklamalıydı... Dünyada müslüman cemaatin mevcudiyeti, ki bunlar; Allah’tan başkasına inanmazlar, O’nun saltanatından başka saltanat tanımazlar, O’nun nizamının dışında kalan nizamları tatbik etmezler, O’nun prensiplerinden başka prensiplere uymazlar... İşte bâtıl, kendi saltanatını böylesine tehdit eden müslüman cemaatin varlığına razı olamaz... Müslüman cemaat, bâtılla uğraşmaktan vazgeçse, Allah’ın hükmü ve vadi gelinceye kadar onu kendi haline bıraksa bile...
Müslüman cemaat bâtıl ile savaşa girmemeyi tercih etse bile bâtıl, bu cemaatle savaşmayı kesin olarak Farz kabul etmektedir. Hakkın mevcudiyeti, bizatihi bâtılı rahatsız eder. O halde hakkın
mücerret varlığı bâtıl ile savaşı gerektirir... İlâhî kanun budur, elbette cari olacaktır...
«Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri: Ey Ş u a y b ya dinimise dönersiniz ya da, and olsun ki seni ve inananları senin le beraber kasabamızdan çıkarırız, dediler»...
İşte böylece bâtıl, aşırı bencilliği ve savaş mevzuundakı ısrar ile barış içinde birlikte yaşamayı kabul etmemektedir!
Fakat mü’minlerin inancı, savrulan tehditler karşısında kuvve, tinden ne bir şey kaybediyoj ne de sarsılıyordu.
Zaten Ş u a y b (A.S.) taviz vermeye yetkili olmadığı bir imle tada durmuştu... Barış içinde bir arada yaşama noktasıydı bu Ih grup arasındaki anlaşmazlık mevzuunda İlâhî karar ve hülulın gelin ceye kadar herkes istediğinin saltanatını kabul edecek ve Iııııııç İnil rlyetine sahip olacaktı— Artık davet sahibi, bâtıldan gelecek lıei hangi bir baskı ve tehdit altında bile bu noktadan geriye tek Iılı milin atamazdı. Buna selahiyeti yoktu... Aksi halde temsil elliği lı.ıhımı tamamen vazgeçmiş ve ona ihanet etmiş olurdu... Kavinin «dudıU ı lnden gelen kendi dinlerine dönmesi ya da ülkeyi lei kelini mİ go. çektiği şeklindeki tehditlere karşılık Ş u a y b 'm cevabı kesin u|* du. Sonu hüsran olan dine dönmekten ikrah eden i? u a y l> kemli lıak dinine sarılarak Hak’kı onlara açıkladı ve Kalıbımı, MevlAnnm, bilmişine yönelerek duâ etti, yardım istedi, Hak'ka ve bak aalıl|u lerine yardım vaadinin gerçekleşmesini diledi:
«Allalı bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönerek ohmak, doğrusu Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Kabilimizin dileme ,ı hlr yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Ruhbilimin ilini her 9ey| kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a güvendik. Kabinim/, hlzlınle inilin« tItıı 1/ anısında lıak ile Sen hüküm ver, Sen hüküm verenlerin < n lıııvırlısısın, dedi»..,
İtti bir kaç kelimenin içerisinde îmanın karekteri ve tuıhlpleı 1 ü/e. 1 İndeki cazibesi ifade edildiği gibi, cahiliyctin karekteri ve pespaye. İlgi d e açığa çıkmaktadır. Yine bu kelimelerin arasında Husulün kal* bindeki şecaati görüyor, İlâhî hakikatin bu kalpte nasıl tecelli elıij-ı. no şalıll oluyoruz.
«Meıne/sek de mi? dedi» Ş u a y b (A.S.)
I lııl.ıı 111 «Ev Siııııvlı vn Jll»»**-I“l- -— J- * 1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder